Bir insanın, bilerek veya bilmeyerek başkasına karşı hakka ve adalete aykırı davranması haksızlıktır, bazen suç da sayılabilir. Ama haksızlık ve hukuksuzluk kanunlarla tarifi yapılanla sınırlı değildir. Her durumda doğruluğa aykırı davranmak, ihmalkârlık veya işlerin fıtratına uymamak da haksızlıklara sebep olabilir.
Bu sınıf haksızlıklar bir işi doğru yapmamak, gecikmeli, eksik veya hatalı yapmak, keyfilik, bilgisizlik, ihmalkârlık, bazen de su-i niyetten([i]) kaynaklanabilir. Masum gibi görünen bu eğriliklerin etkileri zannettiğimizden çok daha fazla, yaygın ve uzun sürelidir.
Bu aykırılıklar sadece haksızlık ve adaletsizliklere sebep olmaz, aynı zamanda bencillik, düşüncesizlik ve geriliğe, düzensizlik ve dengesizliklere de yol açarlar.
Mesela haksız yere kazanç elde etmek isteyenlerin telefonla, kredi kartları veya banka hesapları üzerinden insanları aldatmaları dolandırıcılık sayılır ama kimi kurumların insanlardan habersiz veya yasaların boşluğundan yararlanarak kazanç temin etmeleri aynı tepkiyi, hiç değilse aynı dikkati çekmez. Öyle ki bu kuruluşlar, yaptıkları haksızlıklara son veren bir yasal düzenlemenin hemen ardından halkı daha nitelikli şekilde aldatmanın yeni yollarını aramaya koyulurlar. Bu şekilde sözde yasa ile düzenlenmiş ama sınırları belli olmayan, zaman içinde delik deşik edilmiş ve bir anlamda meşrulaştırılmış, devlet destekli haksızlıklar yapılmış olur. Ta ki bu haksızlıklar ayyuka çıkıp yeniden müdahale edilene kadar!
Aynı şekilde; bir cadde, sokak veya karayolundaki düzensizliğin, yapılması ihmale uğramış bir köprünün, bir arabadaki hatalı üretimin insanların ölümlerine veya zararına yol açması da bu türün başka örneklerindendir. Yine kötü bir emelin, bir kanun maddesi içine yahut aynı emeli barındıran bir kanun maddesinin başka kanunlar arasına gizlenerek, mesela bir torba kanun teklifi içine yerleştirilerek kanunlaştırılması da bu cinstendir.
Bu şekildeki iş ve uygulamaların mağdurları bazen yüzleri, binleri, hatta milyonları bulabilir. Bu durumda, düşünen insanlar için rahatsız edici şey bu haksız uygulamaların, çok zaman haksızlık sayılmaması yahut herkese yapıldığı için normalleşmiş olmasıdır. Bazen “canım onlara gelinceye kadar uğraşılacak daha neler var” tesellisi kendimizi kandırmaktan öteye gitmez. Zira, çıkarlarımız peşinde koşmaktan öteye, toplum adına iyiliği yaymak ve kötülüğü insanlardan defetmek adına hiçbirimizin ciddi bir şey yaptığımız söylenemez! İstendikten sonra toplumda kötülükleri savuşturmak ve iyilikleri insanın hizmetine sunmak için ihtiyaç duyulandan çok daha fazla boşta gezer insan vardır.
Huzurlu bir toplum için uyanık akıllara ihtiyaç vardır
Açık ve kanunlarla tanımlanan bir haksızlığın teşhisi ve tanımı kolay ve mağdurları bellidir. Bu bakımdan haksızlığın önlenmesi ve yapanın ceza görmesi nisbeten kolaydır. Ama hatalı hallerin, doğru olmayan işlerin, profesyonelce tuzakların, hele hele kanunların içine sindirilmiş haksızlıkların teşhisi, tanımı ve önlenmesi o kadar kolay olmayabilir. Buraları adeta birer musibet alanlarıdır, henüz hukuk konusu olmamış ve ancak uyanık aklın ve vicdanın üzerine ışık düşürebileceği alanlardır. Bu şekilde kanunlarda tanımlanmamış haksızlık ve hukuksuzlukların önlenebilmesi ahlâkın insanlar arasında diri olmasına bağlıdır.
Halkın bunlara dikkatinin çekilmesi önemlidir çünkü bu fiil, uygulama ve düzenlemeler, eksiklik ve ihmalkârlıklar, sadece insanlara zarar vermekle veya ölümlerine yol açmakla kalmaz, aynı zamanda toplumda hak ve adalet duygusunu zedeler ve insanların hukuk melekelerinin gelişmesine engel olurlar. Yer edindikleri toplumlarda aklın ve ahlâkın tekâmülünü zorlaştırırlar. Böylece yeni bir mal, hizmet, teknik veya teknoloji karşılığında insan aklı o malın veya hizmetin kullanılması karşılığında gönüllü olarak kiralanır, gide gide satın alınır! Halk, elde ettiği yeni bir meta karşılığında düşünmekten vazgeçirilir. Zira sürekli kırık-dökük işlere ve yumuşak suçlara maruz kalan kesimlerin doğruluktan, hak ve hukuktan yana duyarlıkları azalır. Başkasına veya “herkese” ve azar azar olanlar normal hale gelir, “nemelâzım”cılık, nefsilik (bencillik) artar, hatta meşru hale gelir. İnsanların birbirlerine zarar vermeleri bu işlere uzun zaman maruz kalanların zihninde sıradan iş haline gelir. Böylece bir insanın bir başkasını düşünmemesi yavaş yavaş normalleşir, insanların empati duygusu körelir. Ne var ki, duyarsızlık bireyi rahatlatır ama toplum açısından başkasını düşünme melekeleri körelmiş bir insandan daha büyük bir kayıp var mıdır? Çünkü o, sosyal, toplumsal iklimin kendisine sunduğu her türlü nimetten faydalanmakta ama ona hiçbir şey katmamaktadır! Onun durumu, içinde yaşadığı bir ormanın her türlü nimetinden faydalanan ama oraya bir fidan bile dikmeyip sonunda her şeyi yeyip bitiren insanın durumuna benzer.
Böyle düzenlerin son bulması için ne yapmak gerekir?
Yukarıda saydığımız ve benzeri şeyler – suç sayılır veya sayılmaz- bunların insanlara eziyet veren birer kötülük olduklarını, toplumda haksızlık ve hukuksuzluğu yayarak normalleştirdiklerini ve başka kötülüklerin beslenebileceği bir ortam hazırladıklarını görmek gerekir.
-İnsani bir düzen için öncelikle herkesin işlerini doğru, önünü ve ardını düşünerek ve zamanında yapması, her işin uygunluğunu, yerindeliğini gözetmesi, işlerinde kusur, eksik, nâkıs ve noksan gibi haller bırakmaması gerekir.
-İşlerini bu şekilde yapan her insan aynı niteliklerde mal ve hizmet almayı talep etmelidir. Bunu yapmaz ve istemezse kendisine eksik verilen bir hizmette -halkın tabiriyle- sadece “layığını bulmuş” olur! Halk arasında sık tekrar edilen ve daha çok devlet idaresiyle ilişkilendirilen, “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz!”([ii]) ilkesi bu yazıda anlattıklarımızı özetlemektedir. Ne var ki halk bu ilkeyi pozitif bir değer olarak alıp üretkenliğinden yararlanmak yerine daha çok tenkit için kullanmaktadır! Yukarıda bahsettiğimiz gibi insanların sorumluluktan kaçmaları onları böyle negatif bir tavır geliştirmeye iter! Çünkü ilkeye pozitif yönden baktığında kendisinin yapması gereken şeyler kendini gösterecek.
-Bu kötülüklerin yaşam alanları ancak zihnin gelişmesi, bilinçlenme ve ahlâkın gelişmesiyle daraltılabilir. Mesela işini tam veya zamanında yapmamak, ertelemek, hatasını kabullenmemek veya başkasına yüklemek yahut belirsiz tutmak gibi iş, işlem ve eylemleri aldatma, ayıp, hak yeme, insanlık onurundan taviz verme, kişilik zayıflığı gibi ahlâki, etik değerlerle telif ederek kınanır hale getirmek gerekir.
-Musibetlerin (kaza, kavga, anlaşmazlık ve çatışmaların) önemli bir kısmı bu hallerden kaynaklanır. İnsanların bu çelişkilerin kurbanları olmaması için öncelikle bireylerde doğruluk sevgisinin yerleşmesi, ölçme-biçme-tartma ve ayar melekelerinin gelişmiş olması, hak ve adalet aşkının rafine hale gelmesi, eksiksizlik, tamlık ve yerindelik gibi değerlerin gönüllerde kök salması gerekir.
-İşini iyi, yerinde, zamanında ve doğru yapmayana karşı çıkmalı, karşı çıkana destek olmalıdır. Mümkünse ve daha büyük fitneye sebep olmamak kaydıyla yanlış olan fiilen önlemeli, bu mümkün değilse yasal yollara başvurmalı, başvuranlara yardımcı olmalıdır. Bunları yapamıyorsa, haksızlığa doğrudan veya sessiz kalarak ortak olmamalı, yapılan yanlışa katılmadığını dili ve lisan-ı hal ile belli etmeli, onu da yapamıyorsa buğz etmeli ve buğzettiğini tereddütsüz şekilde belli etmelidir.
–Günümüzde çoğunlukla devlet üzerinden, profesyonel örgütler veya tekeller tarafından veya yine onlar üzerinden yürütülen bu suçlara karşı bireysel olarak karşı koymak külfetli, uzun zaman almakta, bazen de sonuçsuz kalabilmektedir. Bu yüzden bireysel olarak veya geleneksel yapılarla bu kötülükleri halk arasından temizlemek mümkün değildir. Onun için mutlaka ama mutlaka yeni toplumsal örgütlenme modelleri geliştirilmeli ve bu topluluklarda yer almalıdır.
Bu yazıdaki tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN (Teşekkür ederiz)
DİPNOTLAR
[i] Su-i niyet (suiniyet): Kötü niyet, kötü emel
[ii] Nasılsanız öyle idare edilirsiniz. Bu özdeyişin aslı bir hadis-i şeriftir.
Ayrıca aynı anlamda şöyle bir hadis-i şerif de vardır: Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz. İki hadis de bir toplum inşa etmede ve her türlü idarenin şekillenmesinde büyük bir tavsiye olduğu kadar eşi bulunmaz birer sosyolojik kaidedir.
2 Comments
Muhammed N. VATAN
16 Haziran 2016 - 18:52Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için “insanlar elleriyle inşa ettikleri” yerine …
Toplumlar, Ancak Rab’lerinin kendilerine va’z ettiği Kur’ani sistemde hayat bulurlar.
Şeklinde olması uygun olacaktır.
SELAM ve DUA ile…
admin
21 Haziran 2016 - 16:04Düzeltmeniz için teşekkür ederiz Muhammed Bey. Konu yazımızda sizin belirttiğiniz şekilde tek doğruyu göstermek yerine, “İnsanlar elleriyle inşa ettikleri düzenlerde hayat bulur veya yok olurlar” şeklinde opsiyonlu bir tespit yapma şeklinde ele alınmıştır. Sizinle aramızda doğru veya yanlış farklılığı değil konuya farklı zaviyelerden bakmaktan doğan ifade şekli farklılığı vardır. İzninizle, bu farklılığı muhafaza etmek isteriz. İlginiz ve katkınız için tekrar teşekkür ederiz.