Hayat sürekli aynı şekilde ve aynı hızla devam edip gitmez. İnsanın hayatı ve çevresini değiştirmesi gibi, çevresi de insanı değiştirir, dönüştürür. Ne yazık ki insan, sadece elleriyle yaptığını değil, aynı zamanda Allah’tan geleni de kaynağından saptırır, değiştirir. Şükür ki bir toplum vahiyle geleni yok edip yoldan çıktığında, yolunu bulamaz hale geldiğinde, Yaratan onlara yeni bir yol haritası ve rehber gönderir. Ama insan zalim ve ahmaktır, bir süre sonra yeni geleni de değiştirmeye koyulur, hatta Allah’tan geleni unutturmak için canı pahasına savaşır. Çatışmaların büyük kısmı, vahiyden kalanı ve onunla kurulan hayat tarzını yok etme savaşıdır.
Ama yeni nesiller aklederse ve Allah’tan gelen de sağlam duruyorsa düzenlerini aynı kaynaklar ve kodlarla yeniden inşa edebilir. Kaynaklar, kâinat ve tabi olduğu yasalar, temel kaynaklar (ayetler ve peygamberin fiilleri ve sözleri) ile onlardan türetilen, test edilen, insana faydalı olan kazanımlardır. Temel kaynaklardan, değerler ve usül çıkar. Bir toplum isterse bu kaynaklardan yararlanarak kendini yenileyebilir.
Doğruluk, çalışma, hakkı bilme, adalet ve itidal gibi birbiriyle uyumlu, hatta dayanışma içinde olan değerlerin her birine ayrı görevler yüklenmiştir. Ayrıca değerlerden bazıları diğerlerine göre yeniliğe daha açık veya meyillidir. Toplumun gelişmesi ve kendini içten yenilemesi de bu değerlerle olur. Yenilenmede öncü rolünü oynayabilecek bu değerler dinamiklerdir. Her kültür ve medeniyet kendi iç dinamikleriyle, kendine yabancılaşmadan gelişebilir ve değişebilir.
Müslümanların kendi kimlik ve kişiliklerinden sapmadan değişmeleri uzun zamandır kaçınılmaz hale gelmiştir. Artık Müslümanlar, gelenek üzerinden, Garaudy’nin dediği gibi dünyayı değil kendilerini bile idare edemiyorlar. Sağlıklı devletler inşa edemiyor, işleyen kurumlar kuramıyor, yasalarını yapamıyorlar. Kendi ihtiyaçları ve iç dinamiklerine göre değişemiyor ve gelişemiyorlar. Ama insanın ihtiyaçları, özellikle değişim ihtiyacı hiçbir zaman bitmez. Bu ihtiyaçlarına rağmen Müslüman toplumlar, kendi içlerinden kaynaklanan akımlarla değişemedikleri için kendilerine yabancı olan batı uygarlığının iç dinamikleriyle değişiyor ve “gelişme” adına aslında bozuluyorlar. Öyle ki, etkisine girdikleri bu akımlar ve onların arkasındaki değerler Müslümanlar için dertlerine “deva” değil, derdin kendisi haline geliyor, yeni sorunlar üretiyor.
İslam Medeniyeti, daha önce de böyle zaaf dönemleri yaşadı. Fakat her defasında kendini içten yenileyebildi ve yaralarını sarabildi, kendi değerleri ve dinamikleriyle yeniden düzen kurabildi. Bugün de günümüz toplumlarını uyandıracak, kültürlerini canlandıracak ve içten gelişmelerini mümkün kılacak iç kuvvetlere (dinamiklere) şiddetle ihtiyaç duyuyor.
Bu yazımızda, öncelikle insanlığın ortak dinamiklerini, sonra da İslam Medeniyetinin kültür dinamiklerini kısaca ele alacağız. Ondan sonra da Müslümanların kendi kültür dinamikleriyle nasıl gelişip yenilenebileceklerine işaret etmeye çalışacağız. Yazımızla kendi değerlerimizden doğması ve ruh kökümüzden filizlenmesi gereken, kendimizi içten yenilenmeye götürecek ve yeni bir dönemin inşa edilmesini kolaylaştıracak iç kuvvetleri arayacağız. Bu kuvvetler (kültür dinamikleri), toplumlarımızı hareketlendiren, sorunlarını çözmeye teşvik eden ve bulunduğumuz yerden ileri götürebilecek, hatta başka toplumları da arkalarından sürükleyebilecek rüzgârların tohumlarıdır. Yazımızda, bu iç kuvvetlerin neler olabileceğini ve bunlardan nasıl faydalanmamız gerektiğini ele alacağız.
Kültür Dinamikleri Nedir?
Kültür dinamikleri, kültürlerin oluşumu, hayatını devam ettirmesi ve bir toplumdan diğerine aktarılmasıyla ilgilidir. Kültür dinamikleri, inançların ve onlardan kaynaklanan kültürel değerlerin en uyarıcı, en diri elemanlarıdır. Kültürlerde, kendini içten yenilemenin ve yeniden üretmenin kodlarıdır. Kültürler ve toplumlar için kendini tamamlamanın, varlıklarını devam ettirmenin tohumlarıdır. Kültürleri, düzenleri arıtma, kötülükleri ayıklama ve arındırma filtreleridir. Bazen de kültürlerde sapmanın, çürümenin ve tehlikenin habercileri, adeta erken uyarı ajanlarıdır. Dinamikler, kültür ve medeniyetlerde yeniliğin mayası, enzimleri, hayat iksirleri, bazen de katalizörleri olurlar. İnananlar, bu değerlerin yardımıyla hayat bulur, ilerler ve hayat dağıtırlar. Kültür dinamikleri, bizim gibi gelişmesi duran, yavaşlayan veya uyuyan yahut değişim yapamayan kültürlerde uyanışı kolaylaştırabilir, hayata hareket katabilir, değişime yardımcı olabilir.
Avustralya’da, Melbourne Üniversitesinde, Yoshihisa Kashima tarafından yapılan “How Can You Capture Cultural Dynamics?” (Kültür Dinamiklerini Nasıl Yakalayabilirsiniz?) başlıklı bir araştırma makalesinde “kültür dinamikleri” aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır:[i]
1-Importation: Başka kültürlerden kültür alma
Bir kültürde bulunmayan bir unsurun (değer yargısı, yaklaşım veya metodun) başka bir kültürden alınması.
2-Invention: İnovasyon, keşif, buluş, icat yapmak.
Bir kültürde bulunmayan bir unsurun (bilginin, anlayışın, usulün, kavramın) çeşitli yollarla keşfedilmesi ve kültüre eklenmesi.
3-Selection: Ayıklama, öne çıkarma veya eleme.
Kültürde var olan ama fark edilmeyen yahut enerjisinden faydalanılmayan bir unsurun (değer yargısı, yol, yöntem, kavram) kültürün taranmasıyla bulunması ve tedavüle sokulması. Bulunan unsurun öne çıkarılması yahut bu unsur gelişmeye engel ise geriye itilmesiyle unutulmaya terk edilmesi.
4-Drift: Yığılmak ve akıntı haline gelmek. Rüzgâr veya akıntının etkisiyle sürükleyici hale gelmek.
Bir kültür unsurunun günlük hayatın akışı içinde birikmesi veya akım haline gelmesiyle değişim meydana getirecek güce ulaşması.
Kültür Dinamikleri ve İslam Medeniyetindeki Yeri
İslam kültürlerinde, toplumu geliştiren, ileri götüren değerler olduğu gibi, geri bırakan, durağanlığa mahkûm eden, gelişmeyi yavaşlatan veya yolundan saptıran unsurlar da vardır. Bu unsurların bir kısmı, İslam medeniyetinin uzun süren istikrar döneminden, rahatlığın getirdiği rehavet ve hazır yiyicilikten kaynaklanabilir. Diğer taraftan yöneten kesimin bozulmuşluğundan yahut İslam’ın temel prensiplerinin yanlış tefsir edilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Çok zaman gelişmeyi önleyen bu hastalıklı elemanlar, son yüzyılların İslam düşünürleri tarafından genellikle “geri kalma sebeplerimiz” olarak isimlendirilmiş, çokça işlenmiş ve karşı çözümler teklif edilmiştir. Biz burada bu unsurları tek tek ele almak yerine öncelikle kültürel ve kökten bir sorgulama yapalım:
Müslümanlar neden uzun zamandır sorunlarını çözemiyor? Mesela niçin bir eğitim sistemleri inşa edemiyor? İnananlar, hak ve adaleti ortak ve üstün bir değer olarak kabul ettikleri halde, niçin adalet fikri ortak bir akıma dönüşemiyor? Buradan hareketle neden adil düzenler kuramıyorlar? Niçin iç sorunlarımıza, düşmanla yapılan bir savaş ölçeğinde çözüm arayan akımlar gelişemiyor? Nasıl oluyor da, coğrafyamızdaki bazı varlıklar, (mesela bir kısım cemaat ve tarikatlar) uzun süren hareketsizliği yaşama şekli olarak benimseyebiliyor?
Aynı şekilde toplumlarımız kendi iç enerjileriyle değişemiyor, sürekli batıdan esen rüzgârların, moda akımların etkisinde zamanın içinde sürükleniyor? Ne oluyor da Kur’an ve Sünnet dipdiri, arı duru halde iken, kimi Müslüman toplumlar, arkaik dinlerin mensupları gibi, mesela Keldanilar, Asuriler, Ezidilere benzer şekilde, bütün bir hayatı, asalaklar gibi özsuyunu emdikleri ve kuruttukları dine yapışarak geçiriyor ve ondan hayat üretemiyorlar?
Bu yazımızda geçen kültür dinamiklerinin görülmedik, duyulmadık şeyler olmadığını baştan belirtelim. Ne var ki, önemli olan bu değerleri görmüş, duymuş olmak değil, onlardan yararlanmaktır. Ne yazık ki sayısız değerlerimiz, niçin var oldukları ve birer emir oldukları düşünülmeden (haşa!) eğlence nesneleri gibi dilden dile dolaşıyor, hatta çok zaman zihnimizde sığıntı olarak duruyor. Değerlerimiz ve dinamiklerimiz birer emir oldukları gibi aynı zamanda her biri birer fıtri yasalardır. Bu yasalarla hareket etmeden sorunlarımıza çare bulamaz, bulunduğumuz halden kurtulamayız. Onun için sorunlarımıza çare ararken, afaki şeylerin peşinden koşmak değil, bu yasalardan yararlanmak gerekir. Bu yazımızda göreceğimiz gibi İslam toplumlarının içten kaynaklanan potansiyel enerjileri vardır ve başka kültürlerin değerlerini veya dinamiklerini almaya ihtiyaçları yoktur. Ama Müslüman kültürleri aynı zamanda, her kültür gibi başka kültürlerden sorunlarını çözme ve gelişme teknikleri alabilir, alması da gerekir.
Bu genel durumu ortaya koyduktan ve sorgulamayı yaptıktan sonra yazımızın bundan sonraki bölümünde okuyucumuza kolaylık olması açısından öncelikle mevzuyu Y. KASHİMA’nın bulgularına göre kısaca işleyecek, toplumlarımızda bunlara karşılık gelen bazı değerleri ve dinamikleri tanımaya çalışacağız. Müslüman toplumlar, bu durgunluk döneminden çıkmak için kendi dinamikleriyle gelişme yolları aramaya mecburdur. Bunu yapmazlarsa ya birer sönmüş yanardağ gibi kendi içlerine çökecek, ya da başka kültürlerin dinamikleriyle gelişme yolları arayacak, kendilerine yabancılaşacak ve iç kargaşaya sürüklenecekler.
Gelişmenin Filizlenme Budakları: İslam Kültür Dinamikleri
1. Başka Kültür ve Medeniyetten İlim veya Kültür Almak
Diller, dinler, kültürler ve medeniyetler birbirlerinden teknik, teknoloji, metot, model veya ilimler alır, verirler. Burada önemli husus, alınan verilenin farkında olmak ve bu işlemi her kültürün kendi usulüyle yapmasıdır. Bu süreçlerde belirleyici olan alışveriş içindeki kültürlerin yakınlığı ve neyin alışveriş konusu olduğudur. Dışarıdan alınan, ev sahibi kültürü tamamlayıcı mıdır, yoksa oradaki uyumu bozacak nitelikte mi? Alınan usul, model veya teknoloji yerli kültürün bu unsurlarıyla uyumlu mudur? Ev sahibi kültürün ihtiyacını tespit etme, arama, ayıklama, zararlı olanı eleme, faydalı olanı bulma süzgeçlerinden geçiyor mu? Dışarıdan alınan, ihtiyaç üzerine mi alınmaktadır yoksa satış ve dayatma baskısından mı? Mesela 200-300 yıldır Batıyla bu bakımdan ilişkimiz Batının, Doğu toplumlarının ihtiyaçlarını istismar ederek kültürünü, “medeniyet” etiketi altında dayatmasıdır.
İslam, kendi dışındaki kültürlerin örf, adet, tören, giyim-kuşam, yeme-içme alışkanlıkları, hatta tırnak kesme şekli gibi onları karakterize eden alışkanlıkların alınmasını istemez. Çünkü bunları yapmakla Müslümanlar onlara benzemiş olurlar. Ancak evrensel mahiyette olan, genellikle “ilim ve teknoloji” sınıfına girebilecek olanların alınmasını teşvik eder. Biz burada, evrensel nitelikte olan ilim almayı misal alacağız. Çünkü bir kültür veya medeniyetten “ilim almak” Müslümanlar için kök değer mahiyetindedir ve bir dinamik haline gelebilir.
• Hadis-i şerifler bize şu yolları gösterirler: “İlim Çin’de de olsa alın.” “İlim öğrenmek için yola çıkan Allah yolundadır.” “İlim için bir yola gidene, Allah da cennetin yolunu kolaylaştırır.”
• “Öldükten sonra insanın amellerini devam ettirecek üç şeyden biri ilimdir.” Allah (C.C.) nezdinde “Âlim abide karşı üstün tutulmuştur.” “İlim öğreten, başkalarını bildiklerinden yararlandıran” kişi üstün tutulmuştur.
• Ayrıca, ayet-i kerime ile “Bilenler, bilmeyene üstün tutulmuştur.” Bu örneklerle İslam başka kültür ve medeniyetlerden ilim (teknik, teknoloji) almayı üstün tutmuş, bir dinamik olarak değerler hiyerarşisinde üstün bir yere yerleştirmiştir.[ii]
Ayet ve hadislerle tavsiye edilenin ilim olduğu, hâlbuki bizim yazımızın konusunun kültür olduğu iddia edilebilir. Ne var ki, “ilim” ile “kültür” birbirlerinden büsbütün ayrı şeyler değildir. Çok zaman aralarında kesin bir sınır çizmek de mümkün değildir. Genel bir kabul olarak, bir toplumun sadece kendisine mahsus olanı “kültür” hanesine, o toplumu aşan, evrensel nitelikte olan da “ilim” hanesine yazılabilir. Alma konusu olan her bir şeyin ilim mi, yoksa kültür mü olduğu onu alacak kültür mensuplarının ilimlerine, birikimine, ferasetine bağlıdır.
Ayrıca Hz Peygamber zamanında bilimsel araştırma ve çalışmalar (ilim-kültür ayırımı) yoktu. “Kültür” zaten yüz elli yıllık bir kavramdır. Dolayısıyla yukarıdaki hadis-i şerifte geçen “ilim” kavramı için, kültür de dâhil insanlığın ortak malı olabilecek, faydalı ve öğrenme konusu olan herşeyi katmak doğru bir yol olsa gerektir.
Ama başka kültürden alınan bir şey bir dinamik olmaya dönüşebilir mi? Evet, ev sahibi kültürle uyumlu olsa da olmasa da dinamik haline gelebilir. Bu dönüşümle topluma yeni şeyler katabilir, onu geliştirebilir. Ama uyumlu değilse gittiği toplumda baş ağrıtabilir. Osmanlının son zamanlarından bu yana yapılan harf ve dil inkılabı, kıyafet değişimi, ulus devlet modeli, moda hareketleri, yasa çevirileri, milliyetçilik akımları, eğitim modelleri bunlara örnektir. Alınan unsurun fayda veya zararları; dışarıdan alınan her öğenin yerli kültürel değerlere ve alışkanlıklara yakınlığı, uyumu, ithal edilme niyeti, yayma şekli ve adapte edilme durumuna bağlıdır.
Bizim gibi kendi dinamikleriyle gelişmeleri durmuş kültürlerin seçimli ilim almaları, gelişmeleri üzerinde önemli rol oynayabilir. Çünkü ilim, tabiatı gereği, anlamayı arttırabilir, teknik ve teknolojiye dönüşerek toplumsal gelişmeye, uyanışa ve hareketlenmeye büyük katkı yapabilir.
İlimden maksat yaratılıştan gelen amacın, şeklin, ölçünün ve düzenin korunması ve insanın yaptığının bunun devamı olmasıdır. Bu da öncelikle doğruluğun, dürüstlüğün, kesinliğin, tamlığın, bütünlüğün, gerektiği yerde tefrik etmenin (birbirinden ayırmanın) korunmasıyla olur. Aldatmanın önlenmesi, haksızlığın giderilmesi ve sonunda adaletin bulunması ancak ilimden kaynaklanan ölçü ile mümkündür. İnsan olmanın mayası olan ahlâk, ilim ile kemâle erer, ilim ile hayat bulabilir ve korunabilir. İlim, bir değer olarak ilgi görmez ve korunmazsa cehlin elinde eğlence aracı haline gelir veya silaha dönüşür. İnsan ancak ahlâkla, ahlâki değerler ve ilimle düzen kurabilir.
Burada ilim almakta analitik bir bakış açısı ihtiyacı doğuyor. Çok işimizde olduğu gibi toptancılık yapmaya, yine “ya hep, ya hiç” kumarını oynamaya devam edersek, başka kültürlerden yararlanmamız ya çok zorlaşacak ya da kimi kesimler için başkasında ne varsa bir ayırıma tabi tutmadan almakla sonuçlanabilir. Her iki halde de “ilim alma” fiilinin gereği yerine getirilemez.
Ne olursa olsun, bilimin, toplumların gelişmesinde çok güçlü bir dinamik olduğu şüphesizdir. İlim, bir toplumun kendini ve diğer toplumlar arasında yerini bilmesinde, eksiklerini tamamlamasında, sorunlarını çözmesinde, kendini yenileme ve ilerlemede yeri ahlâk gibi önemli ve eşsizdir. İlmi hayatlarına geçirmiş toplumlar ilerler, diğer toplumlara önderlik eder, taklit edilir, hatta onları yönlendirirler.
2. Keşif, Buluş, İnovasyon Yapmak
Buluş yapmak. Adet, usul icat etmek. Herhangi bir işte yeni bir yol açmak, usul, metot, teknik ve yaklaşım geliştirmek.
Muhafazakârlığın, yakın zamanlara kadar her şeyi “bidat” diye damgalayarak bütün yeniliklere karşı çıktığı kimsenin meçhulü değildir. Onun için sorunlarımızı yerinde ve zamanında çözemedik. Muhafazakârlık, toplumun önemli bir kesimini yenilik veya değişim yapmaktan, topluma katkıda bulunmaktan alıkoyuyor. Hatta onları yenilikçi, “bidatçı,” batıcı kesimlere bağımlı hale getiriyor! Müslümanca hayatı kurutan bu dindarlık kültür genlerimize kadar işledi. Geri kafalılığın elinde yakın zamanlara kadar kullanılan silaha dönüştü: “İcat çıkarma!”
Bu yüzden Müslümanlar olarak, son yüzyıllarda önemli bir keşif, buluş yapamadık hatta yapanları dışladık. (Bugün durum, farklı olana arkamızı dönmekten başka bir şey değil) Bunun sonucu insana ayetle yüklenmiş olan “yeryüzünü imar etme” görevini yerine getiremedik. Yine bu yüzden, Ziya Paşa’nın bir gazelinde söylediği gibi “mülk-ü İslâmı virâneler” haline getirdik![iii]
Toplum olarak buluş yapmakla ilgili daha yeni yeni kendimize gelmeye başlıyoruz. Hâlbuki zengin kaynaklarımız, güçlü değerlerimiz ve dinamiklerimiz var. Keşif, buluş ve yeniliklerle ilgili dinamik rolü oynayabilecek bazı kök değerler şunlardır:
- “Kim İslam’da iyi bir adet bırakırsa (çığır açarsa) ecrini (sevabını) alır; ondan sonra onunla amel edenlerin ecri (sevabı) kadar da sevap alır. Onların sevapları da eksilmez… [Hadisin devamı dipnotlarda…][iv]
- “Hayra (ve iyiliğe) aracılık eden, o hayrı işleyen gibi sevap kazanır.”[v]
- “Her kim güzel bir davranışa vesile olursa, hem kendisi sevap kazanır, hem de onu yapanların sevaplarından nasibini alır. Her kim de kötü bir davranışa çığır açarsa, hem kendi günahını hem de kendisinden sonra onu yapanların günahlarını yüklenmiş olur.”[vi]
Ancak her iyilik kendi ölçeğinde yenilik getirir, sosyal hareketlenmeye veya değişime yol açar. Bir insan yeni bir şey bulacak, yeni bir yol, yöntem geliştirecek, diğer insanlar da o şeyin kendisinden veya modelinden yararlanıp çoğaltarak ondan yararlanacaklar. Hatta başkaları da ondan yeni yollar, modeller, adetler ve alışkanlıklar çıkaracaklar. Derken bir ekol, okul, bir sınıf iş, adetler dizisi doğacak ki, o toplumun gelenek ve görenekleri arasına girerek kültürün yeni bir üyesi olacak, yeni bir rüzgârla gelişme getirecek.
Burada okuyucumuza keşifler ve buluşların bilimsel olanla sınırlı olmadığını, sosyal keşifler ve buluşların da (inovasyon) çok önemli olduğunu hatırlatalım. Mesela iyiliği yaymakta veya kötülüğü önlemekte yeni yaklaşımlar, yardımlaşma yolları ve çalışma teknikleri bulmak gibi. Aynı şekilde yeni iletişim teknikleri, örgütlenme ve dayanışma modelleri geliştirmek sosyal inovasyona basit ama güzel örneklerdir.
Keşifler ve buluşlar çoğunlukla zorluk zamanlarında yapılır. Çünkü ihtiyaçlar daha çok bu zamanlarda ortaya çıkar. Onun için zorluk zamanlarında iyi gözlem yapmak ve yenilik teklif etmekten çekinmemek gerekir. Koronavirüs pandemisiyle beraber, özellikle sağlık ve sosyal alanda dünyanın dört bir tarafında çok sayıda irili ufaklı yenilikler yapıldı veya unutulmuş olanlar canlandırıldı.
İnananların, bir dinamik olarak sosyal yenilikler ve yeni buluşlarla toplumun problemlerini çözmenin ve sosyal yönden gelişmenin yolunu açmak için çalışmaları gerekir. Değilse başka kültürler, ihtiyaç içindeki topluma kendi çözümlerini pazarlamaya çalışır ki, o çözümler de dayandıkları değerleri beraber getirirler. Modern kentlerde komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesinde basit buluşlar bile toplumun iyi yönde gelişmesine katkıda bulunabilir. Mesela bir kişinin apartmanda oturduğu kata ve alt üst katlara yeni taşınmakta olanlara, bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sorması, hatta bir demlik çay yapıp götürmesi günümüzün yıpranmış komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesine, dolayısıyla toplumda yakınlaşmanın artmasına, insani bir toplumun gelişmesine belki küçük ama güzel bir katkı yapabilir. Yine, sürekli üst komşudan şikâyet etmek yerine alt komşudan yana duyarlık geliştirmek toplum sağlığının arttırılmasında önemli bir rol oynar. Aynı şekilde, insanlar arasında sağlıklı iletişim, yakınlaşma, yardımlaşma, dayanışma, yönetişim, bilgi paylaşımı, sorunların çözülmesinde katılım ve arabuluculuk yolları bulmak büyük katkı sağlayabilir. Mesela istişare ihtiyaçlarının olduğu durumlarda yeni haberleşme ve toplantı teknikleri ve araçları bulmak da yapılabilecek sosyal buluşlar ve yenilikler arasında yer alır. Kibarca bir konuşma şekli bile bir buluştur ve ağırlığı nispetinde toplumsal gelişmeye katkıda bulunabilir. Küçük diye bir yeniliği küçümsememek lâzım.
3. Tarama, Elden Geçirme, Çoktan Seçme veya Eleme
Bu dinamik, milletlerin kendilerini yenilemelerinde inançlarına, temel kaynaklarına veya ortak tarihi hafızalarına giderek, bugün ihtiyaç duydukları şeyleri arayıp buldukları faydalı şeyleri tedavüle sokmalarıdır. Mesela aralarında yardımlaşma yahut bir kötülüğe karşı dayanışma içine girmeleri için inançlarında var olan değerleri (ayet, hadis, adet, deyim, deyiş, hikâye, kavram) ve ondan çıkan anlamı kendilerine rehber edinerek bir çalışma şekli geliştirmek gibi. Ya da toplumun doğuşunda, mesela Osmanlı veya Selçuklu’nun başlarında geliştirilen yol ve yöntemleri günümüz şartlarına göre yeniden hayata geçirmek gibi. Esnaf örgütleri ve pazar kontrollerinin, işbaşı eğitimlerinin, esnaf ve çalışanlar arasında yardımlaşma veya ticaret kurallarının çağdaş yollar, araçlar ve gereçler kullanılarak yeniden yerleştirilmesi gibi… Yahut tembelleşmiş ve aralarında nemelâzımcılığın yayıldığı toplumları uyandırmak için bazı temel değerler ve usuller hakkında farkındalık geliştirme ve örgütlenme çalışmaları yapmak gibi. Mevzuyla ilgili ilk akla gelen ve güçlü bir dinamik olan şu hadis-i şerifi not edelim:
- ‘İki günü eşit olan zarardadır.”[vii]
- Bu sade ve basit gibi görünen hadis emsalsiz bir dinamik rolünü oynayabilir. Aynı şekilde “Emr-i maruf, nehy-i münker” (İyiliği yaymak, kötülüğü ortadan kaldırmak) emrini yerinde, zamanın usulü, dili ve araçlarını kullanarak hayata geçirmekle güçlü bir dinamik elde edilebileceği gibi çok da taraftar toplayabilir. Zira iyiliği yaymak veya bir kötülüğü insanlardan uzaklaştırmak için dindar veya muhafazakâr olmak gerekmez. Özellikle kötülükle savaşmakta çok taraftar bulabilirsiniz. Örnek olarak, insanlara zarar veren, diyelim ki gıda maddelerindeki zararlı bir durumu duyurmak hatta karşı çıkmak size taraftar kazandırabilir. Öyle ki bu amaçla topluma uzun süreli olarak faydalı olmak için yeni teknikler hatta örgütlenme modelleri geliştirebilirsiniz.
4. Dönüşümle Öne Çıkan
Günün ihtiyaçlarına göre, peygamber (SAS) veya ondan sonra gelenlerin sünnetinin taranmasından elde edilecek bulguların hayata geçirilmesi gibi.
Hayat çok zaman döngüler ve bundan doğan tekrarlarla devam etmektedir. Mesela daha önce pek de fark edilmeyen, günümüzde önem ve öncelik kazanan değerler birer tetikleyici veya katalizör gibi çağdaş hayata yeniden kazandırılabilir. Bir zaman toplumda yer etmiş, sonra unutulmuş bir alışkanlığı geri getirmek bunlar arasındadır. Bu yolla inanç ve kültür varlıklarının gerekli unsurları sosyal hayata kazandırılarak birer hareketlendirici unsur haline getirilebilir. Bu konuyla ilgili toplumsal dinamik haline gelebilecek bir hadis-i şerifi hatırlayalım:
- “Kim ümmetimin fesadı zamanında sünnetime sarılırsa ona yüz şehit sevabı vardır.”[viii]
Böylece Melbourn Üniversitesinde yapılan araştırma ile bulunan kültür dinamiklerinin ne olduklarını yukarıda kısaca işledik. Sonra bunları, İslam değerleri ve dinamikleriyle ilişkilendirdik. İslam’ın, burada ele aldıklarımızdan başka ve diğer kültürlerde bulunmayan çok güçlü dinamiklerinin olduğundan şüphemiz yoktur. Müslüman toplumlar bu dinamiklerle geleceklerini inşa edebilir, sosyal yapılarını arındırabilir ve kendi kimlik ve kişiliklerinden taviz vermeden hatta onu geliştirerek değişim yapabilir ve ileri gidebilir. İslam Medeniyetinde yeni bir dönem ancak böyle inşa edilebilir. Bu, aynı zamanda genel bir usul, bir orta yol inşa etme ve bu yoldan geleceğe yürüme usulünü de beraber getirir. (Bu dinamikleri ve onlardan doğan Müslüman toplumların gelişme yolunu gelecek yazımızda ele almaya çalışacağız.)
İbrahim AKGÜN
Öne Çıkan Görsel: İ.AKGÜN Cultural Dynamics. Microsoft Designer_AI. Teşekkür ederiz/Thank you https://designer.microsoft.com/
KAYNAKLAR
[i] Yoshihisa Kashima; How Can You Capture Cultural Dynamics? Edited by: Yukiko Uchida, Kyoto University, Japan. Reviewed by: Ayşe K. Uskul, University of Kent, UK; Steven Heine, University of British Columbia, Canada. Frontiers in Psychology; Cultural Psychology; Review Article; Published 10 September, 2014. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2014.00995
[ii] Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler için lütfen bakınız: İmam Nevevi; Riyazu’s Salihin; Kitabul İlm; S. 293-303. Telif: Dr. Mustafa Said el-Hın ve diğerleri. Tercüme, Doç. Dr. Abdülvehhab ÖZTÜRK. Kahraman Yayınları, İstanbul, 2016.
[iii] Ziya Paşa’nın beyiti: Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm/Dolaştım mülk-ü İslâmı bütün virâneler gördüm. (Müslüman olmayan ülkeleri gezdim, şehirler, gösterişli yapılar gördüm; İslam ülkelerini dolaştım, hep harabeler gördüm)
[iv] Muslim, Kitabu’z –Zekat, 1017
[v] Tirmizî, İlim, 14.
[vi] Müslim, Kitabu’z Zekât, 69.
[vii] “Halk arasında hayli yaygın olan bu cümle, aslında uzun bir hadisin bir parçasıdır. Hadisin aslı şöyledir: “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötü olan lanetlenmiştir.” Buraya kadar olan kısım, bazı kaynaklarda Abdülazîz b. Ebî Ravvâd’ın rüyası olarak nakledilmiştir.” (Ebubekir SİFİL)
[viii] Taberanî, el-Mu’cemu’l-Evsat, c: 5, s: 315, hadis no: 5414
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)