İnsan yaşadığı yerde güven, adalet ve huzur ister. Günümüzde her toplum bunları müktesep hakkı gibi görüyor ve yönetenlerden bekliyor. Peki, gerçekte her toplum, her istediğini elde edebilir mi? Her toplum her arzu ettiğini hak ediyor mu? Adetleri, alışkanlıkları ve ilişkileri onları güvene ve adalete eriştirebilir mi? Toplumda haklar ve görevler dengesi kurulmadan adalete ulaşılabilir mi? İşlerini yürütme şekli onları adalete götürebilir veya bizatihi adaleti engelleyen şey kendi alışkanlıkları olabilir mi? Mesela ailede, ticarette, ortak hayatta, devlet idaresinde işlerini nasıl yürütüyorlar? Tek kişiyle mi yoksa istişare ve katılımla mı?
İstişare insanlığın ortak değerleri arasında yer alır. Zira toplumsal ihtiyaçların karşılanmasında ve karar almakta topluluk ruhuna en uygun yol ve yöntem istişaredir. Diğer taraftan hiçbir iş dışarıdan göründüğü gibi basit ve tek kişiyi ilgilendirir değildir. Her işin bir mücavir alanı ve çevresine doğrudan ve dolaylı etkileri vardır. Onun için istisnaları olmakla beraber, bir işteki her şeyi bir tek kişinin bilmesi mümkün değildir. İstişare ihtiyacı öncelikle insanın yaratılışında var olan bu eksiklikten kaynaklanır. İnsanın yapıp ettiği hemen her şey topluluk aklıyla daha iyi bilinebilir ve buna göre hizmet üretilebilir. Siyaset bilimci, Büyük Selçuklu’nun ünlü Veziri Nizâmülmülk, devlet idaresinde, “On kişinin alacağı karar, bir kişinin alacağı karardan daha kuvvetli olur” diyor.[i]
Yüce Allah’ın (C.c) inananlara iman ve ibadetlerde olduğu gibi iş ahlâkı konusunda hangi yolu gösterdiği önemlidir ve Allah’ın bu konudaki emri onların “işlerini aralarında istişare ile yürütmeleri”dir. Her durumda “aldatan bizden değildir” evrensel kuralını koyan İslam burada da istişare etme kuralını koymaktadır. Müslümanlar arasında iyi bilinen tefsirinde, “İstişarenin İslam’ın ahlâki yapısının temel taşı olduğunu” söyleyen İslam Âlimi Mevdûdî, “İstişareden kaçınmanın İslam’ın tahammül edemeyeceği bir ahlâksızlık olduğu” yargısında bulunur.[ii] Çünkü Allah’ın inananlara emri açık ve nettir:
-Onlar, “İşlerini aralarında istişare ile yürütürler.”[iii]
-“Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et.”[iv]
Her din, kültür ve medeniyet varlığını kendi metodu ile gerçekleştirir. İstişare, hem Yüce Allah’ın emri, hem de sünnettir. Hz. Peygamberin (s.a.s) uygulaması (sünneti) böyle olduğu gibi onu takip eden Dört Halife Devri yönetim tarzı da bu yönde olmuştur. İlahiyatçı Prof. H. KIRBAŞOĞLU, Fazlur Rahman’dan iktibasla, “Müslümanlara yüklenmiş olan misyonun, ‘Sosyoekonomik adalet temeline dayalı bir toplum/ümmet kurmak’ olduğunu” söyleyerek şu yargıda bulunur: Bu görevin ifasında, “Siyaset ve Yönetim’in belirleyici rol oynayacağı kuşkusuzdur.” Onun için devlet idaresinin bir şartı olarak siyaset ve yönetimin istişare ile yürütülmesi gerekir.[v]
Tarihte Müslüman yönetimler şûra sistemini inkâr etmemişler ama uygulamada genellikle şûrayı yönetime yedeklenmiş danışma faaliyeti olarak sınırlamışlardır. Ancak, Prof. KIRBAŞOĞLU’nun dediği gibi, “Şura, yöneticilere danışmanlık hizmeti anlamında ‘tavsiye’ niteliğinde bir mekanizma değil, sonuçları hem yönetenler hem de yönetilenler açısından bağlayıcı olan”[vi] bir müessesedir. Mevdûdî de şöyle diyor: “’Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et!’ emri, ‘Onlara sadece danışın’ demek değil, aksine ‘Onlarla istişare ettikten sonra, ittifak ve çoğunlukla alınan karara uyun’ demektir.”[vii] Bu hükümlerden sonra Mevdûdî, aşağıdaki üç sebepten dolayı istişare ile karar alınması gerektiğini belirtir:
-Bir meselenin iki ve daha fazla kişiyi ilgilendirmesi halinde buna bir kişinin karar vermesi haksızlıklara sebep olur.
-Ortak çalışmalarda bir kişinin kendi çıkarına çalışmasını ya da kendini başkalarından üstün tutmasını önlemek için istişare ile karar almak gerekir.
-Bir kimse, başkalarının hakları ve çıkarlarının söz konusu olduğu bir işte Allah korkusu taşımadığından ve ahirette hesap vermeye aldırmadığından tek başına karar vermek isteyebilir.
İnananların devletin kuruluşuna, savaşlara, bu uğurda çalışmaya ve her türlü fedakârlığı yapmaya katılması dini, milli ve ahlâki bir görev olarak kabul edilir. Bu, inananların yeri geldiğinde canlarını ortaya koyarak yüklendikleri bir sorumluluktur. Bu yükümlülük, zorlukları, tehlikeyi, fitne ve fesadı defettikten sonra onların düzenin kurulmasında ve yürütülmesinde de hak sahibi olmalarını gerektirir. Müslüman bir toplumda yönetim işlerinin, bu sorumluluğun devamı ve her türlü nimet ve külfetin paylaşılması esasına göre yönetenler ve yönetilenler arasında şûra esasına göre işlemesi gerekir. İstişare, Kadir-i mutlak olan Allah’ın inananlara tanıdığı bir haktır. Yönetenler, bu hakkın kullanılmasını düzenleme ve yürütmekle yükümlüdür. Zira kargaşa halinde herkes emredileni kendine göre uygulamaya kalkar.
İkincisi, istişare sadece devlet veya hükümet işleriyle sınırlı değil, hayatın bütün alanlarını kapsaması gerekir. Zira şûra ve istişarenin yapıcı, dengeleyici ve düzenleyici çok fonksiyonu vardır: İstişare toplumsal ilişkileri düzenler, ticareti ıslah eder, karar alma ve yönetmeyi kurallara bağlar, halkın sesini yükseltir, ortak paydaları büyütür, toplumsal dokuyu güçlendirir, güveni arttırır, kamu düzeni inşa edilmesini kolaylaştırır.
Bu bakımdan yukarıda geçen, “Onlar işlerini aralarında istişare ile yürütürler” ayetine muhatap sadece devlet başkanları veya üst kademe yöneticileri değil, bütün inananlardır. İslam, ruhbanlık dini olmadığı gibi herhangi bir şekilde seçkinler dini de değildir. Böyle bir emirde sınırı, emri veren (Yüce Allah) tayin eder. Yüce Allah; bir ayette doğrudan, diğer ayette ise Hz Peygamber üzerinden inananları muhatap almış, Peygamberine (s.a.s) açık ve net emir vermiştir.
Bir hükümden amaç iyiliğin teşvik edilmesi ve insanların ondan yararlanmasıdır. İstişareden en geniş anlamda ancak halkı katarak yararlanılabilir. Çünkü istişare, amaç alınanı hayata geçirme imkânını arttırır. Toplumsal uyumu besler, denge ve düzen kurmayı kolaylaştırır, adalete giden yolu açar. İstişare edebilen insan nefsine zor gelen işlerden olan ve istişareye engel olabilecek “başkasını” katmayı başarmış, işini kolaylaştırmıştır. Toplumu motive eden ihtiyaçlar, haklar ve farklılıklar arasında orta yol böyle aranır, denge ve düzen ancak böyle kurulabilir.
Şura, İstişare ve Adalet Temelli Bir Toplum İnşa Etme
Müslümanlar; 1400 yıl önce temel değerleri ve ilkeleri vahyedilen ve peygamberin (s.a.s) eliyle uygulamaya geçirilen şûraya dayalı yönetimi devam ettiremediler ve ondan yeni yönetim modelleri çıkaramadılar. Hâlbuki o rejimi devam ettirmekten başka tekâmül de ettirmeleri gerekiyordu ki, bunu başarabilselerdi bugünkü demokrasilerden daha ileri yönetim sistemlerine sahip olabilirlerdi. Bu yönüyle de bugün Müslümanlar, kuralsız yönetimleri sebebiyle Batının siyasi baskılarının etkisi altında kalmayacaktı. Hâlbuki on dokuzuncu yüzyıldan itibaren Batı ile temasa geldiklerinde, yönetim kültürü olarak fakir, savunmasız ve müdahaleye açıktılar. Kendi yönetim modelleri olmadığından Batının ulus devlet modelini taklit ettiler ve onunla parça parça edildiler. Hatta bu bölünme ile de kalmadılar kabile yönetimlerine kadar lime lime edilerek bedelini ödüyorlar.
Şûra bahsinde ihmal edilen ama üzerinde durulması gereken ikinci ve çok önemli husus, “Müslümanlara yüklenmiş olan adalet temeline dayalı toplum (ümmet) kurma misyonu”dur. Bu ulvi ve evrensel görev yalnızca devlet idaresinde en üst kademede bulunan yöneticinin ülkeyi şûra ile yönetmesiyle yerine getirilemez. Böyle bir toplum yalnız yasalarla, yukarıdan yapılacak düzenlemelerle kurulamaz. Aşağıdan inşa edilmeyi gerektirir. Onun için şûra sisteminin devletin bütün kademelerine olduğu kadar, toplumsal yapının bütün yapılarına yayılması gerekir. Ancak bu şekilde toplum “adalet temelli” olmaya doğru evrilebilir. Toplumun üyeleri de ancak bu yolla yönetimlere katılabilir, katkı yapabilir veya sistemden yararlanabilir.
Bu yazının yazılmasında amaç, klasik metinlerde olduğu gibi istişarenin iyiliği, fazileti, devlet idaresindeki yeri ve tarihteki uygulamalarını uzun uzadıya anlatmak değildir. Gerektiği yerlerde bunlardan bahsedilse bile asıl amacımız, temel değerlerimizden yola çıkarak, günümüz şartlarında, hemen her işimizde şûra, danışma, istişare, iletişim ve katılımdan yararlanma yolları aramaktır. Yazımızda, istişareden, günümüzde yararlı olabilecek yeni kurallar, uygulama örnekleri ve davranış modelleri çıkarabilmek için konumuzu toplumun içinden, gerçek hayattan ve sade insanlar arasından başlatarak işlemeye çalışacağız. Gerektiği yerde yeni nesilleri şûra ve istişare temelli buluşlar (inovasyon) yapmaya, teknikler ve teknolojiler geliştirmeye teşvik edeceğiz. Elbette istişareden örf, adet, teknik, teknoloji ve zamana uygun modeller çıkarmak inananların isteğine, yönetim ahlâkına ve kabiliyetine kalmıştır.
İstişareyi aşağıdan (çimköklerinden)[viii] ele alma yolunu seçiyoruz çünkü varlığın tabiatı ve iyi bir yönetim bir şeyi ihtiyaçtan, yakınımızdan, aşağıdan, az ve küçük olandan başlatmayı gerektirir. Öyle ki, istişare toplumsal zeminde çimlenip gelişebilsin, kök salıp meyve verebilsin. İstişareye katılanlar da olup bitenlerden öğrenebilsin, yeteneklerini geliştirebilsin, iyi bir yönetime katkıda bulunabilsin. Her şeyin sonunda insanlar ondan fayda elde edebilsin. Büyük Selçuklu’nun ünlü Baş Veziri ve Siyâsetnâme yazarı Nizâmülmülk’e göre “Şûra (istişare) prensibi ‘yönetimi iyileştirmekle kalmaz’ kişinin düşünce gücünü arttırarak ileriyi görmesine imkân verir.”[ix] Demek ki istişare sadece iş yapmanın değil, aynı zamanda erdemli insan yetiştirmenin iyi bir metodudur.
Sade bir dille istişarenin amacı; bilenler ve ehil olanların aralarında danışarak iyi ve doğru fikirlerin özünü toplamak, onlardan yararlanarak politika geliştirmek, plân ve program yapmak, sonunda bir işi iyi, doğru ve güzel şekilde yapmaktır. “İstişare” kavramı “şûra”dan türetilmiştir. Şûra kelimesinin aslı, arının çiçekleri dolaşarak bal özü toplamasıdır. Bu ne güzel bir akıl devşirme yolu, arının bal toplamasını örnek almak ne hoş bir yol ve yöntemdir! Arı kovanından bal almak ne de incelikle yapılması gereken faydalı bir iştir! İnsanlık bundan daha güzel bir şeyi örnek alabilir mi?
İnsan çabasının büyük kısmı ihtiyaçlarını karşılamaya harcanır. Müslümanlar için ihtiyaçların meşru ve makul yollardan karşılanması gerekir. Her işimizde iyi, doğru ve güzel olanı yapmak, hak yememek, başkasına zarar vermemek gerekir. Her durumda ifrat ve tefritten kaçınmak, orta yolu aramak, yoksa inşa etmek gerekir. Ne var ki, bütün bunları bir tek insanın bilgisi, birikimi ve muhakemesiyle sağlamak mümkün değildir. Buna, eşyanın tabiatında var olan çoğulculuk ve çeşitlilik de eklendiğinde tek kişiyle sorunlara çözüm bulunması daha da zorlaşır, yanlışları artar. Onun için yapılan işle ilgili insanları, hatta işten etkilenecek olanları bile istişare yoluyla, gerekiyorsa paydaş olarak işin içine katmak gerekir.
Ancak Kur’an ve Sünnette yer alan hükümler (nas) istişare edilemez. Ne var ki, bu hükümlerin kabulü veya reddedilmesi değil de, uygulama şekli ve usulle ilgili hususlar, ayrıca bu emir ve hükümlerin daha iyi anlaşılması ve uygulanması için istişare edilebilir, etmek de gerekir.
Şûra, Demokrasi ve Yönetimin Geliştirilmesi
İstişare ile bilgi, duygu, görüşler paylaşılır ama paylaşılan sadece bunlar değil aynı zamanda karar alma şeklidir. Böylelikle istişare ile ortak karar alma yolu açılarak yönetim erki de paylaşılmaktadır. Günümüz yönetimlerinde aranmaya başlanan katılım ve yönetişim bu yollarla doğar.
Şûra ve istişare gibi Toplam Kalite Yönetimi de bütün bunlara değer verir.[x] Sürekli istişareyle takım çalışması yapma imkânı artar. Ortak akıl ve ortak aklın eseri olarak liderlik de istişare süreçlerinde gelişme imkânı bulur. Yönetimler şansa bağlı olarak değil böyle gelişir, liderler gökten zembille inmez, bu yollardan yürünerek yetişir.
Evet, kurallarına uyulması halinde şûra ve istişare yönetimleri geliştirir. Onun için bir heyet üyelerinin taşımaları gereken özellikler, üyelerin seçimi, yönetim yapısı, düşündüklerini ifade etmeleri, karar alma şekli gibi unsurların sağlıklı bir istişarenin gerektirdiği şekilde olması gerekir. Yönetimi geliştirmekte yararı olacak herhangi bir şura veya istişare heyeti (yönetim) için temel bazı esasları aşağıda kısaca sıralayalım:[xi]
1-Üyeler, ilgili kamuoyu onayı ile serbest şartlarda seçilmelidir. 2-Yönetimde yer alacaklar, o toplumun güven duyduğu kimselerden oluşmalıdır. 3-Üyelikte yer alacaklar seçilmek için meşru olmayan yollara başvurmamalıdır. 4-Yönetimlerde yer alanlar, düşüncelerinde hür olmalı, kararlarını ilim ve ahlâk ile vermelidir. 5-Bir heyetin ittifakla veya çoğunlukla aldıkları kararları herkes itirazsız kabul etmelidir.
Şimdiye kadar vardığımız en önemli sonuçlardan biri herhangi bir alan veya kademedeki yönetim veya siyaset uygulamalarında Müslümanların gözetmeleri gereken en önemli ilke “şura” veya “istişare”dir. Şura ve istişarenin amacı ise uygulandıkları her yerde Ümmet/halk iradesinin egemen olmasıdır. Bunun için gereken rolü ve aktörü de işaret edelim:
“Siyaset alanında gerek teorik gerek pratik olarak rol oynayan Müslüman aktörlerin, mümkün olan en geniş ölçüde halkın yönetime doğrudan katılımını sağlamak suretiyle ‘şura’ [ve istişare] prensibini hayata geçirme konusunda kafa yormaları, modeller geliştirmeleri, bu yöndeki uygulamaları geliştirmeleri, onlar için İslami bir görev haline gelmektedir.”[xii]
Bütün bunları söylemiş olup şura ve istişarenin, günümüz yönetimlerinin adeta nikâhlandırıldığı demokrasi ile ilişkisine değinmemek olmaz: Öncelikle her iki yönetim şeklinin “halkın yönetime katılması” ortak paydasında buluştuğunu belirtmek gerekir. Ancak parti, lider ve delege sultası “zaaflarından dolayı demokrasi, İslam’ın ‘şura’ prensibinin gerisinde kalır.[xiii] Gerçekte, demokrasi fikri bu kadar ilgi görmesi, işlenmesi ve uygulamalara, şura/istişare sistemi ise ihmal edilmesine rağmen demokrasiden geri kalır tarafı yoktur. Hatta şûra ve istişarenin, bazı yönleriyle demokrasiden daha ileri olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, “şura” ve “istişare”den ne yapılması gerektiği baştan açıkça belli iken “demokrasi” kavramı ise tanımlanmaya muhtaçtır ve demokrasi içindeki ayrışma da buradan çıkar. Onun için demokrasi, “Dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir” diye tarif edilir ama liberal, komünist, sosyalist, muhafazakâr, anarşist ve faşist düşünürler kendi sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkararak demokrasinin tanımında ayrışırlar.[xiv] İkincisi, genellikle devlet yönetim biçimi olarak alınan demokrasi, en fazla kimi durumlarda ancak kurumlar seviyesine indirgenebilmektedir. Böyle olmakla makro ölçekte bir yönetim modeli olarak kalmakta, bundan aşağıda kalan hatta sivil alandaki hemen hiçbir yere model sunamamaktadır. Şûra ve istişare ise devlet idaresi (kamu yönetimi) ve toplumsal yapıda, bütün sivil veya resmi yönetimlerde, en küçük birimlere kadar uygulanmaya elverişlidir.
Şûra ve istişarenin sivil ve kamu yönetiminin her kademesinde kendine yer bulması ve halk arasında yayılması gerekir ki hakkaniyete dayalı yerel idareler de böyle teşekkül edecektir. Esasen çimköklerine inmeyen, halka mal olmayan yönetim şeklinin devlet idaresinde sürdürülebilir olması da beklenemez. Adaletin hayat bulması için halk arasından devletin tepesine doğru adalet istekli akımların olması gerekir. Sürekli esen bu istek rüzgârları yönetimleri adil kararlar almaya zorlayacak, adaletten sapmaları zora sokacak, halkın sesinin sürekli olarak yönetenlerin kulağında olmasını sağlayacaktır.
İslam Medeniyetinin İlk Toplumu İstişare ile İnşa Edilmiştir
Üyeleri arasında uyum, denge ve düzen içinde olma, yardımlaşma, dayanışma ve iç çatışmaların en az olduğu toplum hiç tartışmasız Asr-ı Saadet toplumudur. Hâlbuki söz konusu toplumda, İslam ile şereflenmeden önce çok uyumsuzluk, haksızlık ve çatışma vardı. O toplumda beyaz veya erkek olma, varlıklı olma, kabilecilik ve Kâbe üzerinden imtiyaz elde etmek gibi ayrıcalıklar baskındı. Feodal güç, para, kölelik, kadın, nüfuz ve kutsalların kazanç aracı olması yaygındı. Bu yıkıcı güçlerin yerini erdemler ve medeni değerler aldıkça çatışmalar azaldı, uyum arttı. Bu dönüşüm, Hz Muhammed’in (s.a.s) sadece Peygamber olma varlığından değil, aynı zamanda usulü olan sünnetten kaynaklanıyordu. Onun yumuşak davranışı ve istişarî yönetimi kendisine inananları O’nun etrafında topluyor ve çevresinde tutuyordu:
O, “Müslümanlara şûrayı emrettiği gibi kendisi de genel ya da özel işlerde ashabı ile hemen her zaman görüş alışverişinde bulunmuştur.”[xv]
Hz Peygamberin bu uygulaması istişareyi İslam Medeniyetinin önemli bir müessesesi haline getirmiştir. Bu bakımdan şûra (istişare) sıradan bir iş veya işlem değil, Müslüman kültürlerin temel dinamikleri arasında yer almaktadır. Bir Peygamber mecbur olmadığı halde böyle hareket ediyorsa günümüzün vakıf, dernek, kooperatif, sendika ve siyasi parti gibi kuruluşlardan başlayarak, yerel yönetimler, merkezi hükümetin yerel organları, toplum ve devletin her kademesinde yer alanların istişare konusunda nasıl davranmaları gerektiği üzerinde dikkatle düşünmek gerekir.
Bu gerçek durumu göz önünde tutarak toplumda kamu yararına kararlar hangi yolla alınmalı, yasalar nasıl yapılmalı, sözleşmeler nasıl şekillenmeli kıyaslamak ve sonuçlar çıkarmak gerekir. Sünneti bu açıdan tekrar tekrar çalışmak ve araştırmalar yapmak gerekir. Bu bakımdan Sünneti sözle geçiştirenler, sünnetten bahsedip istişare etmeyenler ya gaflet içindedir ya da heva ve heveslerine esir olmuşlardır. “İslam toplumunda istişare yapmaksızın işleri yürütmeye çalışmak sadece cahillik değil, Allah’ın nizamına karşı gelmektir de.”[xvi]
İstişare, iletişim ve katılımla birlikte toplumsallaşmanın ve ortak bir hayat tarzı inşa etmenin önemli yollarından biridir. Erdemli bir toplum ancak bu yollarla ve adım adım inşa edilebilir: Sağlıklı iletişim, istişare ve katılımla; insanlar arasında toplumsal doku için gerekli olan bağlar oluşmaya başlar. Giderek karşılıklı anlayış ve yakınlaşma meydana gelmeye, ortak paydalar gelişmeye doğru gider. Zamanla ortak akıl oluşmaya, ortak alanlar inşa edilmeye doğru yol alınır. Yeni bir toplumda yeni kurallar doğmaya, ilkeler filizlenmeye başlar. Böyle bir toplumda denge kurmak ve düzen inşa etmek kolaylaşır. Bu durum toplumda iyi, doğru ve güzel olanın yaşanmasına ve yayılmasına imkân hazırladığı gibi aykırılık, anlaşmazlık ve kötülük imkânlarını azaltır.
İnanan bir toplum kötülükler üzerinde kolay ve uzun süreli ittifak etmez, yeter ki aralarında istişare etsinler.[xvii] İstişare; zan yapma, hizipleşme ve çatışmaları azaltır. Gerçekte bir yerde insanların ihtiyaçları hesaba katılmışsa, duygu ve düşünceleri dikkate alınmışsa, oylarına başvurulmuşsa, sözleri dinlenip dikkate alınmışsa, eleştiri ve itiraz hakları tanınmışsa, o toplumda yapılanın aleyhinde bulunmak için fazla bir sebep kalmaz. Bundan dolayıdır ki denge ve düzen içinde yaşamak isteyen işlerini istişare ile yürütmelidir. Aşağıda yer alan hadis-i şerif düşünen ve muhakeme edebilene güzel bir yol gösteriyor:
“İyi biliniz ki Allah ve Rasûlü müşâvereden müstağnîdir. Ancak Allah Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı, onlardan her kim istişare ederse rüşdden (doğru ve yerinde hareket etmekten) mahrum olmaz, her kim de istişareyi terk ederse hatâdan kurtulamaz.”[xviii]
Yüce Allah, elçisinin dilinden, inanan ve birbirlerinin fikirlerine başvuranları rahmetiyle ödüllendirmekle müjdeliyor! O, aklını kullanan, başkalarının aklına değer veren, onlarla istişare edenler arasında akletmeyi arttırır. Çünkü istişare edenler, kendi heva ve heveslerine göre değil, Allah ve Resulünün kesin emri olan ‘başkalarının hakkını ve hukukunu gözeterek hareket etmiş’ oluyor. Yakınlaşarak ve orta yolu inşa ederek insanlar arasında iyilik ve uyum tohumlarını ekmiş oluyor!
İstişare eden, neden ve nasıl oluyor da “doğru ve yerinde hareket etmiş” oluyor? Çünkü bir işin niteliği, farklı halleri araştırma ve istişare ile daha iyi anlaşılır. İşin yapılmasında doğruluk, yerindelik ve zamanlama danışma ile daha iyi ortaya çıkar. İşlerin düşmanı olan keyfi veya nefsi hareket ancak istişare ederek önlenebilir. Zira yaptığımız işlerde farklı istek, ihtiyaç ve beklentiler, potansiyel riskler ve zararlar her zaman vardır. Bunlar farklı bakış açıları, düşünce şekilleri ve yaklaşımların aralarında dayanışmasıyla daha iyi anlaşılabilir, uyumsuzluklar daha kolay azaltılabilir. İstişare ile hem daha az sorun doğar hem de doğan sorunlar daha kolay çözülebilir. (Devam edecek)
İbrahim AKGÜN
KAYNAKLAR
[i] Bakınız, Türkiye Diyanet Vakfı; İslam Ansiklopedisi, Şura Maddesi. S. 230-235
[ii] Ebu’l Al’â Mevdûd; Tefhimü’l Kur’an: Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri. Genel Yayın Yönetmeni: Ali BULAÇ. 5. Cilt. S. 245. Yeni Şafak, İnsan Yayınları. İstanbul, 1996.
[iii] “Onlar öyle kimselerdir ki Rab’lerinin çağrısına kulak verip, namazı hakkıyla ifa ederler. İşlerini istişare ile yürütürler, kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan hayırlı işlerde sarf ederler.” (Şûra Sûresi, 38)
[iv] Âl-i İmrân Suresi: 159.
[v] KIRBAŞOĞLU, M. Hayri; Ahir Zaman İlmihali. S. 390. 3. Baskı. 487 Sayfa. Yayın Evi. Ankara, 2010
[vi] KIRBAŞOĞLU, M. Hayri; a.g.e., S. 390
[vii] Ebu’l Al’â Mevdûd; a. g. e. S. 247.
[viii] Çimkökleri yaklaşımı (Grassroots approach) Tabandan kaynaklanan hareketler. Yerel olanı veya belirli bir bölgeyi, o bölgedeki topluluk veya insanları sosyal, siyasi veya ekonomik hareketin temeli olarak alan hareketler. Bu hareketler neyi esas alıyorlarsa ona göre ve kolektif harekete dayalı bir yaklaşım veya strateji geliştirerek hareket eder. Bu terim, 1800’lerin sonu, 1900’lerin başında Avrupa ve Amerika’da kullanılmaya başlanmıştır. Biz bu kavramın Kur’an kaynaklı olduğunu ve A’la Suresi 1-5 ayetlerinden ilhamla alındığına inanıyoruz. Bunun için ayrıca bakınız: WIKIPEDIA, The Free Encyclopedia; Grassroots maddesi. https://en.wikipedia.org/wiki/Grassroots Ayrıca bakınız: İbrahim AKGÜN; Erdemli toplum gelişme dinamikleri (Kısaltılmış olarak)
[ix] Bakınız, Türkiye Diyanet Vakfı; İslam Ansiklopedisi, Şura Maddesi. S. 230-235
[x] URYAN, Burcu; Toplam Kalite Yönetimi. Mevzuat Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 55, Temmuz 2002. https://www.mevzuatdergisi.com/2002/07a/02.htm
[xi]Bu esasların yazılmasında Ebu’l Al’â Mevdûdî; Tefhimu’l Kur’an isimli eserinin, 245-246. Sayfasında yer alan metinden yararlanılmıştır.
[xii] KIRBAŞOĞLU, M. Hayri; a.g.e. S. 391.
[xiii] KIRBAŞOĞLU, M. Hayri; a.g.e. S. 391.
[xiv] Demokrasi; Vikipedi, Özgür Ansiklopedi. https://tr.wikipedia.org/wiki/Demokrasi
[xv] “İyi biliniz ki Allah ve Rasûlü müşâvereden müstağnîdir. Ancak Allah Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı, onlardan her kim istişare ederse rüşdden (doğru ve yerinde hareket etmekten) mahrum olmaz, her kim de istişareyi terk ederse hatâdan kurtulamaz.” (Beyhakî, Şuab, VI, 76)
[xvi] Ebu’l Al’â Mevdûd; Cilt, 5. Sayfa, 244-245.
[xvii] “Allah bu ümmeti (veya Muhammed’in ümmetini) dalalette birleştirmez. Allah’ın eli cemaatin üzerinedir. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur.” (Tirmizi, Fiten,7) Bu anlamda başka hadisler de vardır. Âlimler, bu hadisleri yeterli görmekte farklı fikirler beyan etmişlerdir. Biz “cemaatin varlığını” istişare etmeleriyle açıklıyoruz.
[xviii] (Beyhakî, Şuab, VI, 76)
****
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)