Her haktan bir sorumluluk doğar. İnsan yeryüzünde, kendisine akıl bahşedilmiş ve diğer yaratılmışlar üzerinde hükmetme yetkisi verilmiş olarak yaşıyor.[i] İnsana tanınan bu yetki, daha ilk aşamada ön şarta bağlanmıştır: O da, “adaletle hükmetmesidir.”[ii] Meselenin can damarı şudur: Yeryüzünün emanet edilmesi karşılığında sorumlu tutulmuş olan insan bu sorumluluğu üstüne almalı, buna göre düzen kurmalı ve Hesap Vermelidir.
Hesap Verebilirliğin önemli bir mesele olarak kabul edilmesinin ve burada ele alınmasının amacı sadece bilgi kazandırmak değildir. Bilgilendirme ilk hedef olmasına rağmen amaç, Hesap Verebilirliğin hayatın içine yerleştirilmesinin ve her yerde düzenin unsuru haline getirilmesinin yollarını aramaktır. Bir işte bilgi sahibi olmak kolaydır. Zor olan işin gerektirdiği şekilde istek uyandırmak, davranış geliştirmek, hiç değilse çoğunluk tarafından yapılması için uygulama iradesi göstermektir. Öyle ki Hesap Verebilirlik hayatın parçası, hatta hayat tarzı haline gelsin.
Sahip olduğu her şey, hak veya yetki insana emanet olarak verilmektedir. O, bu hak ve yetkileri başkalarıyla ilişkili olarak elde etmiş veya devralmış, sonunda diğer “başkaları”na bırakıp gidecektir. Mesela yaşadığı çevreyi, toprağı, suları, ormanları ve bunların her yönüyle yönetimini kendisinden sonrakilere devredecektir. Haklarında karar verme yetkisine sahip olduğu herşeyin doğrudan kendi hakları, insanlarla ilişkili hakları ve onları Yaratanın hakkı vardır. Bütün bu hakların ve onlardan doğan sorumluluğun bir hesabı olmalıdır. Hesabı ve sorumluluğu olmayan dünyayı talan eder!
Bu bakımdan, Hesap Verebilirlik insanlığın ortak değerlerinden biridir, öyle olmalıdır. Ama inananlar için bunun bir de ahiret boyutu vardır ki, Hesap Vermeyi daha da anlamlı ve olmazsa olmaz kılmaktadır: Dünya hayatında yapılıp edilen her şeyin hesabının verileceği bir “Hesap Günü”[iii] vardır. İnsan O gün dünya hayatında, gizli açık yaptıklarının “hardal tanesi”ne kadar hesabını verecektir. Hesap Günü inkâr edilemediği gibi sıradan bir olaymış gibi algılanamaz: Çünkü böyle bir inkâr, içinde haksızlıklar, kötülükler hatta katliamlar barındırmaktadır! Haksız yere kıyılan canların, yatağına aç giren yetimin, yurtlarından sürülenlerin hesabı olmasın mı? Böyle bir düzeni kabullenmek mümkün müdür?
Hesap Gününün dünyada bir karşılığının da olması gerekir. Onun için inananların, Hesap Verebilirliği her yönüyle yaşadıkları yere yerleştirmeleri gerekir. Zira içinde sayısız kötülükler barındıran inkâr fikrine bir kere fırsat verildi mi, onun doğuracağı yeni kötülüklerin nereye varacağını kestirmek zor değildir!
Bu, inananların görevidir çünkü bir coğrafyada güven, düzen, nizam ve intizamı Hâkim Değerler Sistemi (din, felsefe) kurar. Hâkim Sistemin mensupları düzeni kendi değerleriyle inşa edemiyorlarsa toplum ya çürümeye başlayacak veya ihtiyaçlarını başka kültür ve medeniyetlerden karşılayacaktır. Bu kural her inanç ve toplum için geçerlidir. Bu bakımdan, değerlerinden hayat tarzı çıkaramayan nesiller, inançlarının hayattan çekilmesinin şartlarını da hazırlamış olurlar. Çünkü insanların ihtiyaçlarını karşılamayan, haklarını koruyamayan ve huzur getirecek düzeni inşa edemeyen bir din veya felsefe adım adım ötelenir, etkisiz hale veya riyakârların elinde oyuncak haline gelir.
Diğer taraftan bir değerler sistemi (burada İslam), ancak hayatın meydan okumasına cevap vererek, yeri gelince kendisi bâtıl olana meydan okuyarak varlığını devam ettirebilir ve insanlığın sorunlarını çözebilir. Meydan okuma bilim, ahlâk, adalet, sanat, insan hakları, çevre, devlet idaresi ve kamu düzeni gibi her alanda olabilir. Hayatı kuşatan bir Hesap Verebilirlik anlayışı, meydan okumaya cevap vermenin yollarından ve toplumların rekabet edebilmesinin şartlarından biridir.
İnsanın Hesap Verebileceği bir düzen ancak ahlâki değerlerle inşa edilebilir ki bütün medeniyetler bu yolla kurulmuştur. Hesap Verme öncelikle Âdem’e öğretilen “kelimeler”den olup, Ölçü, Haklar, Adalet, Güven, Düzen ve Denge Kurmak gibi kelime ve kavramlar bunlardan bazılarıdır. Bu demektir ki gerçek bir yenilenmenin yine bu “kelimeler”le (değerler) başlaması gerekir. Buradan hareketle Hesap Vermenin şahsi veya dini alana hapsedilmiş olarak kalmaması, sosyal hayatın önemli yapı taşlarından biri olması gerekir. Aynı düşünceden hareketle Hesap Verme, şahsi, sosyal ve siyasi bir değer olmalı, ilke haline gelerek yönetimlerin bütün etkinliklerini sorgulamaya açmalıdır. Bir inanç ilkesi olarak başlayan Hesap Verme, önce insanda ahlâka dönüşmeli, sonra sosyal, toplumsal müessese haline gelmeli, yasalara dönüşmeli, uygulamalarla bir düzenin temel bileşenlerinden biri halini almalıdır.
Hesap Verebilirliğin doğuracağı önemli sonuçlarından biri güvendir. Güven veya güvenirlik toplumların temel ihtiyaçlarından biridir. Hesap Verme, bir yerin veya ülkenin mensupları tarafından inşa edilen küçük büyük düzen ve dengenin test edilmesidir. Güvenin derecesi bu testler sonunda belli olur. Hz Peygamber, Yüce Allah’ın himayesinde, daha gençliğinde “el-Emin” sıfatını almıştır. El-Emin, yani “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı; başkalarından korkmayan.” Hz. Peygamberin güvenirliği, onun şahsi hayatıyla sınırlı kalmamış, çevresine yayılmış, toplumsallaşmış, önce düzene, devlete, nihayet bir medeniyete dönüşmüştür.
Güvenilir insanların çevrelerine, özellikle zayıf ve güçsüzlere ve bütün yaratılmışlara emniyet içinde bir âlem (düzen, nizam) inşa etmeleri beklenir. Bir düzenin “güvenilir olma”sının elbette çok alametleri vardır. Bunlardan biri, kadınların emniyet altında olmalarıdır. Maalesef günümüzde kadın hem doğuda, hem Batıda güven içinde değildir. Hz Peygamber, güvenilir topluma örnek olarak;
“Bir kadının yalnız başına, Hîre’den kalkıp Kâbe’ye kadar geleceği günlerin yakın olduğunu” haber verir.[iv]
Hesap Vermek, tercihlerimizde, kararlarımızda ve hareketlerimizde sorumluluk almaktır. Yapılan işi sahiplenmeyi arttırır. Yaptıkları işlere değer verenler ve kendine saygısı ve güveni olanlar Hesap Verir. Bu bakımdan Hesap Vermek yük değil bir erdemdir. Bu üstünlüğünden dolayıdır ki, Hesap Vermenin bir ülkenin kültürünün derinliklerine, insanların tutum ve davranışlarına kadar sinmesi gerekir. Hesap Vermemek ise sorumsuzluk, keyfi davranma, verimsizlik, israf, haksızlık ve haramlara kapı aralamaktır. “Kendini kimseye Hesap Verme zorunda görmeyenlere kimse güvenmemelidir” der Thomas Paine. Kimsenin kimseye güvenmediği bir toplum “insanın, insanın kurdu” olduğu toplumdur.
Hesap Verebilirlik dünya görüşüne göre bir işte yetki alan, sorumluluk da almalıdır. Yetki ve Sorumluluk arasında denge kurmak düzenli bir hayatın gereği, aynı zamanda yüce Allah’ın âdetidir. Cenab-ı Allah insana akıl ve diğer varlıkları emrine alma yetkisi vermiş, bunun karşılığında insanı sorumlu tutmuştur. Karalar ve denizlerin varlığından, yerler ve gökler arasındaki ilişkiye kadar her şeyde denge kurmuştur. Âlemlerin Rabbi’nin yönetimi denge ve düzen iledir. Varlık, bu denge ve düzenle devam etmektedir:
“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir.”[v]
İnsanların da işlerini Cenab-ı Allah’ın yarattığı şekilde yapmaları gerekir. Çünkü insan, yasaları olan bu âlemde iş yapmaktadır: Yüce Allah, külli iradesiyle her şeyi yaratır, makro düzenlemeler yapar, yasalar koyar. İnsan, o külli düzenlemeler içinde cüz’i iradesiyle mikro düzenlemeler yapar. Bu durum, denizde deniz yasalarına, havada havaya hâkim yasalara göre hareket etmek gibidir. İnsan buna göre plân yapmalı, ölçüler, kurallar ve yasalar koymalı ve yönetmelidir. Yaptıklarında özgür olmalı ama sonunda Hesap Vermelidir. Yeryüzü (insanlar, ormanlar, hayvanlar ve sular vs.) insanın emrine verilmişse, insanın insanla ve bütün bunlarla olan ilişkilerinin hesabını vermesi gerekir.
Diğer taraftan, hesap verilmeyen yetki ayrıcalıktır. Ayrıcalık (imtiyaz), kayırma ve aldatma insanları, işleri ve kurumları bozar, toplumu fesada uğratır. Belki sonunda zulme götürür.
Hesap Vermenin şahsi muhasebe ve murakabeden başlayarak sosyal ve toplumsal alana yayılması, kamu düzenine hâkim olması ve beraberinde bir zihniyet ve hayat tarzı getirmesi gerekir. Mâdemki insan dünya hayatı sonunda Hesap Verecektir, o halde Hesap Vermenin de dünya hayatının kılcal damarlarına kadar girmesi gerekir ki, O Gün her şeyin hesabını verebilsin. Bu durum ağır bir sorumluluk ve derin bir kavrayış gerektirir. Bu konunun Öneriler ve Tavsiyeler kısmında belirteceğimiz gibi, bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek değerler okuryazarlığı ile başlayan bir politika gerektirir.
Hesap Vermeyi değer olarak işlememizin sebebi insani bir düzen kurulmasına, kurulu bir düzeni iyileştirmeye yardımcı olmanın yollarını aramaktır. İnsanı zararlı olandan ve haksızlığa uğramaktan kurumsal yollarla korumaktır. Hepsinin sonunda insanları ve bütün yaratılmışları insan nefsinin eline terk etmemektir.
İslam Değerleri Üzerinden Sorumsuzluk Aşılamak mı?
Değerler ahlâkidir ve din kaynaklıdır. Neyin doğru veya yanlış olduğunun kabul edildiği kesin hükümlerdir. İslam değerleri ayetlerden, hadislerden ve Peygamber (S.A.S)’in karar ve uygulamalarından doğmaktadır. Ama değerlerin bu kaynaklarda yer alması her şeyi hallediyor demek değildir. İnşa, inananların değerleri hayata geçirmelerine bağlıdır. Öyle ki hangi değerleri, hangi toplum hayata geçiriyorsa onlar yararlanır. Çağdaş Müslümanların ibadetler, özel günler ve geceler ve bazı insani değerler dışında, Kur’an ve Sünnetle gelen, özellikle sosyolojik değerleri hakkıyla hayata geçirdiklerini söyleyemeyiz. Emanet, ölçüler ve tartılar, iyi yönetim, liyakat, itaat ve adalet gibi inşa cevheri yüklü değerleri kudsiyetinden yararlanarak lafzi olarak tekrar etmekten öteye gitmediklerini hatta yer yer istismar ettiklerini bile söyleyebiliriz. Bu şekilde insanlığı ileri götürmesi ve iyi bir hayat tarzı inşa etmesi gerekirken geri bıraktırıcı olarak kullanmaktadırlar. Sayısız örnekleri olan bu üzücü durumun bir örneği aşağıdadır:
27 Mayıs 2021 günü, Türkiye’nin tanınmış ve sevilen genç din adamlarında biri tarafından aşağıdaki tweet atılır:
‘‘Her şeyin ama her şeyin bir Hesabının olduğunu bizlere bir an olsun unutturma Allah’ım.’’[vi]
Bu tweetin önemi 24 saatte 13 bin BEĞEN, 995 RT, 20 alıntı almasıdır. Ama tweeti daha da önemli kılan, aynı süre içinde, tamamı «Âmin» olan veya aynı anlama gelen 79 YORUM almasıdır.
Şüphesiz duada bulunmak, bir konuda Allah’tan yardım dilemek gerekli ve güzel bir ameldir. Ancak burada işi tehlikeli hale getiren şey, «Her şeyin bir hesabının olduğu»nun kişisel bir husus olarak algılanması, duayı edene bir eylem yüklememesi ve “Hesap Vermenin” insanı edilgen kılacak bir değer haline gelmesidir.
Atılan tweetle ortama önce bir iyimserlik, sonra ve esasında ağır bir edilgenlik (pasifizm), sorumsuzluk, nemelâzımcılık çöküyor. Zira tweet veya yorumlar bu kadar önemli bir meselede herhangi bir ihtiyaç, iş, eylem veya öneri getirmiyor. Kimseye bir görev yüklemiyor. Hatta hatırlama eylemini bile, hiç değilse bir kenara not almak yerine Cenab-ı Allah’a yüklüyor! Peki, bu durumda insanın görevi nedir, ne yapması gerekiyor? Hiçbir şey! Üstüne düşeni yapmazsa ne olacak, belli değil?
Hesap Vermek gibi ağır bir gerçeğin tweetle birlikte dile gelmesi gerekir zira her bir iş, an ve eylem insana hazır, temizlenmiş, işlenmiş paketlenmiş olarak hediye edilmiyor. Her iyi şeyin insan tarafından yapılması gerekiyor. Hesap Verme iyi bir dünya inşa etmekten yana ortak bir temadır. Ne tweeti atanın, ne de yorumların hiçbirinde, Hesap Vermenin sosyal ve ekonomik hayata geçirilmesinin, Hesap Vermenin sosyal veya toplumsal mekanizmalarının da olması gerektiğine dair herhangi bir fikir, istek, dua ve temenni yer almıyor. Bu duayı “onaylayan” insan, içine hapsedildiği kültür de dikkate alındığında, “Hesap Verme” yahut “Hesap Sorma”nın dünyevi hiçbir şekline hazır değildir, buna ihtiyaç da duymaz. Bütün yaptığı bir duayı BEĞEN’mekten ibaret olduğundan kendini başka bir şey yapmakla sorumlu tutmayacktır. Çünkü o, «En Yüce Makamla» irtibat kurmuş, işini “merkeze” havale etmiş, aslında böyle yapmakla «Hesap Verme»yi, maksadı bu olmasa bile, kendi nefsinin emrine alıp hayatın dışında bırakmıştır! Halbuki Hesap Vermek nefsi kırk iple bağlamak demektir!
Bir şeyin insanlar üzerinde etkin olabilmesi için bireyler tarafından kabul gördükten sonra fiillerinin ortaya çıkması, toplumsallaşması, etkin olması için de her türlü metotlar, teknikler, kurallar, yasalar, araçlar ve kurumlarla desteklenmesi gerekir. Yoksa o şey felsefi, edebi veya dini bir temenni olmanın ötesine gidemez. Orada iyi ve doğru olan yavaş yavaş ölmeye başlar çünkü bu hayat tarzı mensubunun, «işini dua ile sağlama bağlamış” olmaktan başka bir şeye ihtiyacı kalmamıştır! Her şey için ve her şeyin sonunda İYİ BİR ŞEY olarak devreye girmesi gereken Hesap Verme bile etkisiz hale getirilmiş, kötülük serbest bırakılmıştır! Hâlbuki çok değerli yazarın amacı bu değildir.
İnşa ve Arınma Yolu Olarak Hesap Verme
İnananların görevi ayet ve hadisleri edebiyat ürünü gibi tekrarlamaları değil, onlardan yola çıkarak normlar ve kurallar ihdas etmek, hizmetler geliştirmek, her yerde ve her durumda denge ve düzen kurmaktır. Öyle ki yaratılmışlar yüce Allah’ın kelâmından, rahmetinden, ilminden, yol göstermesinden yararlanabilsin.
Bunun için Hesap Verebilirlik bireysel alanda kalmamalı, toplumsal alana girmeli ve kurumsal hale gelmelidir. Buralarda sürekli yenileri ortaya çıkan sivil irade, teknik, teknoloji, form ve örgütlenme modelleri geliştirilerek iyileşmeye öncülük etmelidir. Bireyler ve topluluklar Hesap Verme üzerinden sokak düzeninden başlayarak hayatın her alanına müdahil olmalı, yollar ve yöntemler geliştirmeli, bunları birlikte yapmak için ortak çalışma ve örgütlenme modelleri bulmalıdır.
Hesap Verme öncelikle hakkı aramaktan, daha iyi, doğru ve güzel olanı istemekten doğar. Onun için Hesap Verme iyi ve doğru işler yapmak, hak ve adaletin gelişmesi için sorgulamakla başlar. Her sorgulama insanda, iyilik, doğruluk ve merhamet gibi melekeleri uyandırır. İyi olanın tekrarlanmasıyla bu melekeler doğar ve gelişmeye başlar. Tekrar edilen iyi ve doğru şeyler fertlerde iyi alışkanlıkların, toplumlarda iyi huylu kuralların gelişmesini teşvik eder.
Sorgulamayan, denetlemeyen ve Hesap Vermeyenin melekeleri gelişemeyeceği gibi giderek geriler, sonunda körelir. Bu durumdan hareketle en azından elli altmış yıldır içerilere hapsedilmiş ve hiçbir şeyi sorgulamadan yaşayan cemaat ve tarikatlar topluma bir şey veremedikleri ve yol gösteremedikleri gibi kendileri bile yumrulara dönüşmüşlerdir!
Yönetimler Hesap Vererek gelişir. Gelişmenin ve iyi yönetimin ürünlerinden biri olan adalet bu yolla inşa edilir. Kötülükler, yanlışlar, imtiyazlar, haksızlıklar Hesap Vererek ayıklanır. Ne var ki Hesap Verme görevi, insan egosuna bırakılarak yerine getirilemez. İnsanlık; hem yüce Allah’tan gelenle, hem de dünya işlerindeki birikimle hiçbir şeyin, hatta “bir anının bile insan nefsinin eline terk edilmemesi” gerektiğini biliyor. Peygamber (S.A.S) şöyle dua ediyor:
“Allahım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile nefsimle baş başa bırakma.”[vii]
İnsanın, kendi nefsinin elinde kalmaması bireysel olarak başlar ama orada son bulmaz. Çünkü insan nefsi, yalnız kendisi için istemekle ve «ötekini» dışlamakla toplumsallığı zedeler, adaleti engeller, kargaşayı davet eder. İnsan nefsi yalnız kendisi için ister ama istediğini elde edebilmek ve aldığını elinde tutabilmek için başkalarıyla işbirliğine gidebilir. Bu birleşme gün gelir yaygınlaşır, insanların haklarını kısıtlamaya, düzen kurmaya ve devlet olmaya kadar gidebilir. Giderek iyi ve doğru olana hayat hakkı bile tanımaz hale gelir! Her gün medyada yenileri ifşa edilen menfaat şebekeleri, çıkar amaçlı örgütler veya aşırıya giden siyasi gruplar insan nefsi üzerinden yapılan ortaklıklara kötü örneklerdir. Böyle hareketlerin daha da aşırı gidenleri nüfusla oynayabilir, insanları göçlere zorlayabilir hatta nüfusu azaltmak için savaşlar bile çıkarabilir!
Bu durumları dikkate alarak, nefisle mücadele toplumsallaşmalı, kuralları oluşmalı, kurumsal hale gelmeli, yasalara dönüşmeli, sürekli ve sürdürülebilir olmalıdır. İnsan nefsiyle, sadece “iyi bir insan olmakla” değil, aynı zamanda toplumsal ve kurumsal yolla mücadele edilmelidir. Kötülük nasıl plânlı, organize ve örgütlü ise onunla mücadelenin de öyle hatta ondan ileri teknikler ve inceliklerle çalışması gerekir.
Bunları gerçekleştirmenin yollarından biri Hesap Verebilirliktir. Hesap Verme, girdiği yeri temizleme ve arındırma imkânını verir. Çünkü Hesap Verme plânlamadan başlayarak değerlendirme ve denetim mekanizmalarını geliştirir. Buradan hareketle, Hesap Vermenin bir gelişme aracı haline gelmesi gerekir: Erdemli bir toplum, büyük toprakları veya gelişmiş silahları olmakla övünmekten önce Hesap Verebilirlikle övünmeli, Hesap Vermenin kuralları, ölçüleri ve göstergelerini bulmalı, bu konularda diğer toplumlarla rekabette önde olmalıdır.
Adaleti İnşa Etme Aracı Olarak Hesap Verme
İyi, doğru ve güzel olanı inşa etmenin, arınmanın ve insanlığın ortak hedefi olan adaleti inşa etmenin etkili yollarından biri Hesap Vermektir. Her devletten, düzenden veya denge halinden kendi amacının ötesinde beklenen adalet dağıtmasıdır. Hesap Verme, adaletin inşa edilmesi ve işlemesi yolunda önemli basamaklardan biridir.
Hesap Verme ve adaletin en önemli ortak paydası ölçüdür. Denge ve düzen ancak ölçü ile kurulabilir, adalete onunla erişilebilir. Ölçü ile yaratmak Yüce Yaratıcının adeti olduğundan varlığın tabiatına ölçüler hâkimdir. Ölçü uygunluk, uyum, itidal, yerindelik ve ılımlılık gibi çok çeşitli anlamları taşır. Cenab-ı Allah kök ölçüleri, haklar ve sorumlulukları Hz Âdemden bu yana insanlara bildirmekte ve imkânlar yaratmaktadır. İnsan, bu ölçüler ve imkânlar arasından seçim yaparak denge ve düzen kurar, adalet arar:
Alemlerin Rabbi; “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık”[viii] diyor.
Hak ve adalet üzere birlik olmanın anahtarı da ölçülerdedir. Doğrunun, ölçünün, adaletin insanları birleştirmek gibi bir cevheri vardır, çünkü bunlar insanın ve eşyanın tabiatındandır. Hesap Verme bu değerlerdeki cevheri işler ve geliştirir. Hesap Verebilirlik kültürü gelişmiş bir milletin kesimleri arasında birliğin gelişmesi kolaylaşır. İnsanlar, nesneler ve işler arası uyum artar. Kurulan denge ve düzen daha muhkem ve uzun ömürlü olur.
Ölçüsüzlük keyfilikle (ego ve nefsiyle) iş yapmak demektir. Nefise göre iş yapmak bir süre için birlik getirse bile sonunda anlaşmazlık, ayrılık ve zulüm getirir. İnsan egosunun getireceği şey budur. Hz Peygamberin duası buna çok güzel bir şekilde işaret eder: Hiçbir şeyi, “bir andan kısa bir süre için bile olsa nefsin eline terk etmemek.” Alemlerin Rabbi tarafından terbiye edilen, ahlâkı güzelleştirilen ve korunan bir Peygamber, bir düzeni kendi nefsinden bile sakınıyorsa, varsın insan ne yapması ve nasıl yapması gerektiğine karar versin!
Hakkıyla Hesap Vermek ölçüler, kurallar, metotlar ve araçlar gerektirir. Bunlar da döner, Hesap Verme üzerinden hizmetleri geliştirir, yönetimleri iyileştirir, adalete giden yolu kısaltır ve kolaylaştırır. Saydığımız hususlar iyi bir yönetimin yapı taşları, adalete çıkan merdivenin inşa basamakları gibidir.
Ölçüler ve tartılara dikkat etmemek ise toplumları önce güvensizliğe, sonra kargaşaya götürür. Bir toplumun ölçüsüzlükte ileri gitmesi ve ısrar etmesi düşmanlıkların artmasına ve Yüce Allah’ın gazabına sebep olabilir. Çünkü Allah (C.C.) kullarına zorluk çıkarılmasına, zulmedilmesine asla razı olmaz! Yemende yaşayan Medyen Kavmi ölçülerde ve tartılarda hile yapmakta ısrar edip insanların mallarını eksilttiklerinden Allah’ın gazabına uğramış, helâk edilmişlerdir!
Şuayb Peygamber kavmine dedi ki;
“Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların mallarını (haklarını) eksik etmeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın…”[ix]
Helâk edilme sebebi olan ölçüler ve tartılara ve Hesap Vermeye ne kadar önem verilmesi gerektiğini hiç değilse bu örnekten ibret alarak anlamak gerekmez mi? İnananlar bu yolu tutarlarsa ölçü konusunda anlayışları incelir, kavrayışları keskinleşir, zihinleri gelişir. Öyle ki, yaptığı küçük-büyük her işin “hardal tanesi” miktarınca hesabını vereceğine, ölçüleri ve tartıları dünya hayatına yerleştirmeye daha kesin şekilde inanır ve gayret eder. İnsan, hiçbir şeyle kendini kandırmamalı, yarın ne ile karşılaşacaksa bugün öyle davranmalıdır. Hiçbir heyecan veya hamaset Allah’ın yarattıklarının hakkının yerini tutmaz!
“Biz, Kıyamet Günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz…”[x]
Önemi, idrakin her türlüsünün üstünde olan bu uyarının karşılığını aynı ölçülerde dünya hayatına geçirmek gerekmez mi? “Hardal tanesi”yle Hesap Vermeyi, ham ve kaba akılla hayatın içine yerleştirmek mümkün müdür? Lâfla, sözle hayata söz geçirilebilir mi? Bu, öyle sıradan bir iş değildir. Öyle ki küçücük bir işte bile hesabı denkleştirmek büyük bir dikkat ve çaba gerektirir. Bütün hayatın hesabını hayata geçirmenin yolları ve yöntemleri olmalıdır. Hesap Vermekte yararlı usulleri, yol ve yöntemlerden hiç değilse bazılarını bundan sonraki bölümde arz etmeye çalışacağız.
İbrahim Akgün
Öne Çıkan Görsel: AI. AI. Microsoft Designer. Teşekkür ederiz/Thank you https://designer.microsoft.com/
DİPNOTLAR
[i] İnsanın, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğu “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” (el-Bakara 2/30); “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan…” (el-En‘âm 6/165; en-Neml 27/62) meâlindeki âyetlerde geçmektedir.
[ii] “Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet” (Sâd 38/26)
[iii] «Onlar düşünmezler mi ki, büyük bir günde (hesap vermek için) diriltilecekler! Öyle bir gün ki, insanlar o günde âlemlerin Rabbinin huzurunda divan duracaklardır.» (Mutaffifin Suresi, 4,5,6);
[iv] “Eğer ömrün uzun olursa, devesine binmiş bir kadın yolcunun, Allah’tan başka hiçbir kimseden korkusu olmaksızın Hîre’den kalkıp Kâbe’yi tavaf etmek üzere yolculuk edeceğini kesin olarak göreceksin!” (Buhari, Menakıb, 25)
[v] Secde Suresi, 5. Ayrıca bakınız: “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu” (Rahmân Suresi, 7)
[vi] https://twitter.com/m_eminyildirim/status/1398016672255156224?s=20
[vii] Hz Peygamber bir duasında şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım rahmetini dilerim! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile nefsimle baş başa bırakma.” [Ebû Davud, Edeb: 110]
[viii] “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer Suresi, 49); “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu” (Rahmân Suresi, 7)
[ix] “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların mallarını ve eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’râf Suresi, 85)
[x] “Biz, Kıyamet Günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. (Enbiyâ Suresi, 47)
İbrahim Akgün
1 Comment
HÜSEYIN SASMAZ (UZUN)
5 Ağustos 2022 - 06:09İnsanlığın kurtuluş istikameti.
Asıl olan.vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir
DÜNYA LİDERLERİNE,SENARİST VE OYUNCULARA DUYURULUR..!
İnsan arzı imarla mükelleftir. “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm: 39)
FETRET DEVRİ….KAOS…
https://t.co/CtJrIfXIZQ