İnsanlık, tarım ve sanayi devrimlerini geride bıraktı, bilgi toplumu döneminin içinden geçiyor. Bu devrimler insan hayatında büyük değişimler ve dönüşümlere yol açtı. Ama her bir devrim döneminde ayrıca fıtri (doğal) yoldan veya insanın yaptıklarından kaynaklanan bölgesel, hatta küresel değişimler yaşandı. Mesela yaşadığımız devirde insanlık sömürgecilik, ulus milletle ayrışma, iki dünya savaşı ve şimdiye kadar insanlığın görmediği kadar bir şehirleşme yaşıyor.
Büyük değişim ve dönüşüm zamanlarında insanlığın sahip olduğu değerlerini muhafaza etmesi oldukça zordur. İnsan bir kayadan diğerine atlarken bile elinde, ayağında olanı düşürebilir, dereden geçerken suya kaptırabilir. Varlık veya yokluğun her birinden bir diğerine geçiş de kayıplarla sonuçlanabilir. Çünkü insan, yoklukta dünya hayatı korkusuna, toklukta hâkimiyet sevdasına kapılarak kendini unutabiliyor. Öyle ki o zavallı insan, varlık dönemlerinde, kim olduğunu unutup Yaratana ortaklık taslama, hatta tanrılık iddiasında bulunmaya kadar bir güç zehirlenmesi yaşayabiliyor.
İnsanlığın kayıplarından en önemlileri yaratılmışların en üstünü (insan) ve Yaratanla ilgili değerlerin zaafa uğraması, zarar görmesidir. Bu iki değerler dizisi de iç içe geçmiştir, birindeki sarsılma ötekine kolay bulaşır.
Bu bakımdan, değerlerdeki sapma ve sarsılmanın her yeni dönemde düzeltilmesi, kayıpların yerine konması ve geliştirilmesi gerekir. Çünkü temel değerlerdeki eğrilik veya eksiklik hayata çok daha büyük ölçekte yansıyabiliyor. Mesela insanla ilgili herhangi bir unutkanlık; hadi diyelim ki yetimler, yoksullar veya yaşlılar hakkındaki değerlerin ve anlayışın değişmesi – toplumda zulümle sonuçlanabilir.
Bu ihtiyaçlar, sürekli bir oluşum içinde, devamlı bir işte-uğraşta olmayı ve insani değerlerin her an, her yerde yeniden hayata geçirilmesini gerektirir.
Bir onarma, canlandırma ve yeniden hayat kazandırmayı entelektüel düzeyde düşünürler, müceadditler, müçtehitler, yenileyici ve yenilikçiler, mutasavvıflar ve filozoflar yapar. Mesela bizim medeniyetimizde Gazali, Mevlâna, Muhiddin-i Arabi ve Yunus gibi mütefekkirler, özellikle travma dönemleri sonrasında kırılıp dökülenleri, dağılanları toplama ve insanımızı rehabilite etmeye büyük katkıda bulundular.
Ama bir paradigma, kültür veya medeniyetin kendini yeniden inşa etmesi üç beş kişiyle olacak şey değildir. Seçilmiş akılların ve gönüllerin hatırlattığı değerleri, tıpkı kandaki alyuvarların oksijeni hücrelere taşıması gibi, hayatın her köşesine ve hücrelerine taşıyacak zamanın insanına ihtiyaç vardır. Bir inşa dönemi aklı ve kalbi birlikte muhatap alarak, insanın ruh ve madde âlemini, yani hayatı bütün yönleriyle ve en küçük davranıştan başlayarak aşağıdan yukarıya yeniden inşa etmekten geçer.
İslam Medeniyeti yukarıda bahsettiğimiz yaralarını iyileştirmeden ve bunlardan kaynaklanan kayıpları yerine konmadan kendini bilgi toplumunun arkasından sürüklenir halde buldu. Bu yeni dünyada insanlığın hayatına cep telefonlarından tıp ve internet teknolojilerine, uzay teknolojilerine, genetik ve yapay zekâya (artificial intelligence) kadar çok çeşitli teknolojiler giriyor. Bununla da kalmıyor, insanın davranışları, alışkanlıkları, yaşamanın yol ve yöntemleri değişiyor. Öyle ki gerçek âlemin sanal dünyada bir kopyası oluşuyor: Yoğun bir iletişim, sanal ilişkiler, dostluklar, gruplar, topluluklar kuruluyor, toplantılar yapılıyor, eğitimler veriliyor. Olup bitenlerle varlığın şimdiye kadar bilinmeyen yeni bir boyutu inşa ediliyor gibi.
Diğer taraftan birkaç cümlenin sığdırıldığı papirüs tabletlerle başlayan yazıyla kayıt, beşeriyetle ilgili bütün bilgilerin tırnak büyüklüğünde bir meta üzerine kaydedildiği bir devrime doğru ilerliyor. Bununla birlikte beşer tarihinde görülmemiş şekilde, her gün ölçülmesi zor miktarda bilgi üretiliyor. İnsanlık, ürettiği bu bilgiyle önemli gelişmeler kaydederken aynı zamanda büyük bir gözaltı da yaşıyor! Hemen herkesin özel hayatıyla ilgili her türlü bilgi çok kolay elde edilebiliyor, el değiştirebiliyor, hatta alınıp satılabiliyor!
Bir kültür veya medeniyet bu olup bitenlere karşı duyarsız kalamaz. Çünkü burada hayat, önemli bir yüzdesiyle, mesela her on yılda bir yenileniyor. Yeniden inşa sadece madde ve materyal alanıyla sınırlı kalmıyor. Bununla birlikte en küçük davranış modellerinden, alışkanlıklarından başlayarak yeni bir kültür üretiliyor. Yani insanlığın yarınlarına şekil veriliyor. Daha da önemlisi, bütün bu olup bitenler bir toplumda, kültürde, hatta medeniyet içinde kapalı kalmıyor. Bütün dünyaya yayılıyor ve etkiliyor.
Hiç şüphe yoktur ki, yeni zamanları kim inşa ederse gelecek de onun olacaktır. Diğer kültür ve medeniyetler hâkim kültürün arkasından sürüklenecek, onun açtığı yollardan yürüyecek, inşa ettiği kültür evinde birer kiracı gibi yaşayacak ve gittikçe ona benzeyeceklerdir! Bugün bunları üreten Batı dünyasının değerleri ve alışkanlıklar yayıldıkça güçlenecek, buna karşılık diğer medeniyetlerin kültürleri ve kişilikleri zayıflayacaktır!
Yeniden inşa dönemlerinde dinler ve din kaynaklı tezler her zaman büyük rol oynadılar. Çünkü dinler birbirleriyle uyumlu temel değerlerin kaynağı olma iddiasındalar. İslam bu dinlerin sonuncusudur ve insanlığın Batı dışındaki birikimini yok edecek bu acımasız meydan okumaya cevap verebilecek en önemli değerler sistemidir. Çünkü O, parayı, gücü ve kuvveti, devamında da beşer eliyle yapılıp çatılan her şeyi insan üzerinde belirleyici olmaktan çıkarıyor. İnsanın bütün varlıklar arasından “seçilip üstün kılındığını” sadece aşkın (ilahi) boyutuyla değil, aynı zamanda insani değerler üzerinden de hatırlatıyor. Bu yolda kurallar, ilkeler, normlar koyuyor, yaptırımlar getiriyor.
İslam Medeniyetinin gerilemesi ve Batı uygarlığının uzun süren hâkimiyetiyle teknoloji hiyerarşik sıralamada insanın üzerine çıktı. Bu gün bir kişinin hayatı için ödenen tazminat ancak orta halli bir arabanın fiyatı kadardır. Teknolojinin insanla yer değiştirmesi trajik bir kafa karışıklığını beraber getirdi. Peki, İslam’ın, zaman zaman kendi cinsini bu şekilde maddeye boğan, madde ve güç uğruna kendini köleleştiren insanı düştüğü durumdan kurtaracak değerleri var mıdır? Bunun pratik cevabını kim verecek?
Günümüz gerçeği ve İslam’ın hayatın yeniden inşa edilmesi karşısında pozisyonu bu kadar açık iken, Müslümanların yeni zamanların insani değerlerle yeniden inşa edilmesi için neyi ve kimi beklediklerini anlamak mümkün değildir! Yeni zamanların hamasetle, Müslümanların ayranını kabartarak gelmeyeceğini, ancak inşa ile gelebileceğini düşünemiyorlar mı? Bugün teknolojiyi Batı uygarlığının ürettiğinden ve madde âlemimizi yine Batının inşa ettiğinden şüphe yoktur. Müslümanlar, yeni dünya için gerekli olan ahlâk ve muamelatın -kural ve kaidelerin, ilkelerin, normların, davranış kalıplarının- da mı Batı tarafından bulunmasını ve hayata geçirilmesini istiyorlar!?
Diğer taraftan Doğu’da, özellikle İslam Dünyasında, İslam’ı esas almayan bütün hareketlerin, önünde sonunda Batıya benzediğini, hatta yenildiğini, Batının hâkimiyet alanını genişlettiğini insanlık büyük acılarla öğreniyor. İslamcı hareketler bile dönüştürülerek hâkim anlayışlara hizmet ettiriliyor. Müslümanlar bütün bu olup bitenlere ne diyorlar? Sahip oldukları değerler sistemini hayata geçirerek insanlığı bir felakete gitmekten kurtarabilirler mi? Yoksa Müslümanlar, dünya hayatında artık ahlâka ihtiyaç kalmadığını ve bu işleri sadece güç ve kuvvet sahibi olarak çözebileceklerini mi zannediyorlar!?
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN. Teşekkür ederiz.
İlk resim: Good governance in the information society: Council Of Europe ( http://www.coe.int/en/web/policy-planning/good-governance-in-the-information-society )
(Bu giriş yazısından sonra, bundan sonraki yazımızda yeni toplumun oluşumuna insani katkı yapmanın birkaç yolundan bahsedeceğiz)
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)