Bizim gibi değişim dönemlerinden geçmekte olan toplumlarda hemen her konuda çokça yol, yordam, yöntem, usul ve metodoloji araştırma ve tartışmalarının yapılması gerekir. Çünkü böyle dönemler aynı zamanda inşa dönemleridir. Toplumların geleceği bu zamanlarda tayin edilir. İnşa dönemlerinde çokça bilgiye de ihtiyaç duyulur. Bu bakımdan geçiş dönemi toplumlarında yöntem tartışmaları gereklidir, hatta olmaması bir eksikliktir. Çünkü geleceğe giden yolu tayin etmek öyle kolay değildir. Bu çalışma ve tartışmalar yapılmazsa toplum ileri gidemez, belki yanlış yollara sapar veya yerinde sayar, hatta kaosa sürüklenebilir.
Bu dönemde bizi geleceğe götürecek gemileri inşa etmek ve ileri gitmenin yollarını aramak yerine bazen “gelecek” diye eski yollardan geri gitme kolaylığını tercih ediyoruz. Tarihsel milliyetçilik ve Osmanlıcılık gibi… İnsanların “gelecek” diye geçmişe gitmeye çalıştıkları yerde değişim, gelişme, ilerleme, diriliş olmaz.
Kör kuyulardan hayat çıkar mı?
Yeni yollar bulamadığımız için bugünkü çözüm arayışlarımız geleceğe giden yollar ve yöntemler aramak yerine geçmişin faydasız tartışmalarından etkileniyor. Mehdilikten yahut “akıl mı, vahiy mi” tartışmalarından medet ummak, yahut “hadise, sünnete gerek var mı, yok mu” gibi. Bu faydasız tartışmalardan, kör noktalardan ışık, kör kuyulardan hayat çıkmasını bekliyoruz!
Tartışma konularımızdan biri de kadimden bu yana sürüp gelen insanın filleri tartışmasıdır: İnsan kendi fiillerinin yaratıcısı mıdır, yoksa Allah mı insanın fiillerini yaratıyor? Tabi, bunun arkasından zincirleme olarak “insanın sorumluluğu” bahsi, onun da arkasından hesap günü tartışmaları geliyor!
Bu konuları düşünürlerin kelam veya felsefi açıdan tartışmasının bir sakıncası yoktur, hatta faydalı da olur. Ne yazık ki bunların toplumdaki en cahil insana kadar tartışılmasının, çözüm diye bunlara sarılmanın saplandığımız bataktan çıkmamıza bir faydası olmuyor.
Bu aklımız, İstanbul’un fethedilmesi esnasında, Bizanslı papazların meleklerin cinsiyetini tartışmakla meşgul olmalarına ne kadar benziyor değil mi? Çöküş toplumlarının tabiatıdır. Böyle yapmasalar belki dağılmaktan, hatta yok olmaktan kurtulabilirlerdi.
Günümüz insanı neyi konuşmalıdır?
Hâlbuki bugün konuşmamız gereken şey insanın fiillerini kimin yarattığı değil, fikirlerin fiillere dönüştürülmesi olmalıdır. Çünkü bugünün insanın sözüyle amelleri arasında büyük bir farklılık vardır. Ne yaparız ve nasıl yaparız da insanların düşüncelerini davranışlara, fikirlerini fiillere, inançlarını eyleme ve eserlere dönüştürebiliriz? Ayrıca kişi davranışlarını bireysel olmaktan ileri götürerek toplumsal hale getirebilmek için hangi yol, yöntem ve araçlara ihtiyacımız var, ona bakmamız gerekir.
Ne yazık ki toplumların oluşumu hakkındaki bilgisizliğimiz ilgi alanımızın bu yöne kaymasını engelliyor. Kişilik sahibi birinin “inandığı gibi yaşaması” gerektiğinden durmadan bahsediyoruz ama bunun nasıl olacağı ve olması gerektiği hakkında hiç kafa yormuyoruz. İnsanın, bir bakıma mikro alemidir burası. Burada sürekli bir çalışma, işte ve uğraşta olmak gerekir. Arı bıkmadan ve usanmadan her çiçeğe uğramazsa ve kovanın içinde sürekli bir çalışma ve didinme olmazsa bal dene şeyden bahsedilemez. Onun için bu mikro alemde, sürekli bir arayış, atölye çalışmaları, uygulama ve sayısız küçük deneme ve faaliyetlerin olması gerekir. Amacımız olan toplumsal yapının ilmek ilmek burada dokunması gerekir. İnsanın aklında ve kalbinde olanın eylemlerinde ve eserlerinde tecelli ettiği yer ve zaman burasıdır. İnsan ilişkileri, insanın eşya veya dünya ile olan ilişkileri burada şekillenir. Bireyin bilinci bu yolla oluşacak, değişim buradan başlayacaktır.
RESİMLER
Yazının başındaki resim1: http://www.markseton.co.uk/tag/macro/
Resim 2: http://watermelonmagic.com/the-science/
Resim 3: http://www.cografya.biz/
Resim 4: thevinegarden.blogspot.com
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)