Yalnız insanın değil, yaratılmış her şeyin bir tabiatı ve ona göre bir davranış şekli vardır. Mesela, bir odada veya evde bir şeyin çevresine etki edecek kadar değişmesi oradaki yapıyı, düzeni veya dengeyi etkiler. Diyelim ki, dağınık bir evde yaşayan biri sabahları kalktığında yatağını yapmaya başlamış olsun. Bu hareket odada ve evde yeni değişiklikler yapma eğilimi doğurabilir. Çünkü düzensiz olan bir odada yatak yapılmaya başlanmış olmakla, yatağın içinde yer aldığı düzene aykırı bir davranışta bulunulmuş, yeni bir tarz ortaya çıkmıştır. Bunun benzer davranışları birlikte getirmesi beklenir. Çünkü insan davranışında domino etkisi vardır. Bir davranışın, arkasından benzer davranışlar getirmesi muhtemeldir. Yatağın yapılması ve düzenli tutulması eğilimi yeterince güçlüyse, bu eğilimin odaya yeni bir düzen getirmesini beklemek gerekir.
İyilik veya kötülük de böyledir. Gittikleri yerde hayat bulma, varlıklarını devam ettirme, hatta yayılma eğilimi taşırlar. Biraz açacak olursak, insanın yapıp ettiklerinin bir tabiatı vardır ve her yapılan, yalnızca “bir şey” yapılmış olmakla kalmaz, bir eğilimi de beraberinde getirir. İçinde bulunduğu iklime (odaya, eve, mahalleye, ülkeye) hizmet eder veya ona aykırı düşer, düzeni bozar, yeni bir düzeni çağrıştırır. Onun için söylediğimiz sözün, davranışlarımızın, eylem ve eserlerimizin neye hizmet edeceklerini önceden düşünmek gerekir. İnsanın yaptıklarında niyet önemlidir, ama niyet her şeyi tayin edecek güçte değildir. “Ne” yaptığımız ve “nasıl” yaptığımız da önemlidir. Çünkü o “ne,” bir tabiat taşımaktadır ve “nasıl” da onun üzerine ayrıca bir tabiat yüklemektedir. Usûl (yol, yöntem, metod, metodoloji, yaklaşım) bunun için önemlidir ve hukukta, “Usûl esasa mukaddemdir,” diye evrensel bir kural vardır.
Kabullerimizin ve kararlarımızın yaşamak, kendilerine, içinde yaşayabilecekleri bir çevre yapma ve yayılma özelliği vardır. Onlar zihnimizde yer bulduktan sonra orada kâğıt üzerinde, kitapta durdukları gibi masum halde durmazlar. Davranışlara dönüşerek hayata geçmek, alışkanlıklara dönüşerek ömürlerini uzatmak ister, kendilerine dost-arkadaş edinerek yayılma isteğini taşırlar. Öyle ki bu bazen kimyasal bir reaksiyon gibi zincirleme olaylarla vukubulur. Bu bakımdan yaptığımız veya kabullendiğimiz bir kötülük veya işlediğimiz bir günah diğer kötülükleri de davet eder. İçeri girip orada yerleştikten sonra diğer kötülükleri oraya alır, onlara kapıyı içeriden açar!
Esasen böyle bir bozulmayı sadece “kötülük” kavramıyla açıklamak da mümkün değildir. Çünkü kötülük, yapılan bir yanlışın veya işlenen bir suçun başkalarını ilgilendirmesinin açıkça anlaşılmasından sonra kullanılmaktadır. Halbuki kötülük bundan çok daha önceki safhalarda ve bireyin dünyasında ortaya çıkmakta ve orada beslenip büyüdükten sonra ortaya çıkmaktadır. İşte bu ilk safhayı anlatacak en iyi kelime “günah” kelimesidir. Yani insanların, hatta yapanın bile aleyhinde olan bir durum olan kötülük, aslında her safhada bir günahtır!
Onun için bir işte veya durumda iyilik veya kötülüğe karşı olan tavrımız ve duruşumuz iyilik ve kötülükle olan ilişkimizi yakından ilgilendirir, belirleyici olur. Hatta böyle durumlarda yalnız aktif olmak değil, pasif kalmak bile etken hale gelebilir. Mesela bir kötülüğü üç defa, beş defa görüp ses çıkarmayan birinin zihni, kötülük değerlerinin yaşaması için mümbit bir toprak haline dönüşür. O zihin kötülük değerlerine karşı koyma gücünü giderek yitirir.([i]) Gün gelir nasıl karşı duracağını bilemez hale gelir ve karşı koyma iradesi de zamanla zayıflar. Artık o insanın kendisi kötülük yapmasa bile bir taşıyıcı durumuna geçer. Kötülüğün bekçiliğini, hatta bazen bilmeden de olsa bahçıvanlığını yapar.
Bu durum eşyanın ve insanın tabiatından doğan kurallardan kaynaklanır. Çünkü eşya da, insan da uzayda başıboş sürüklenen birer varlık değil, belli kanunlara ve kurallara tabi olarak varlığını devam ettirmektedir. Engelsiz göklerde, rüzgârların önünde sürüklenip giden bulutların bile. Bu kurallar olmasa nerede, ne zaman rüzgâr eseceğini, fırtına olacağını veya yağmur yağacağını tahmin edemezdik. Basit bir örnek daha verelim: Nasıl ki, insanın vücuduna bir hastalık girdiğinde tedavi edilmeden oradan çıkmaz ve yayılırsa, hatta diğer hastalıkları davet ederse, insanın psikolojisinde olup bitenler de aynı şekilde belli kurallara tabidir.
İnsanın psikolojisi ve onun doğal uzantısı olan sosyal dünyası da fizyolojisi gibidir. Kötülüklere ses çıkarmayan birinin, tıbbi olarak bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi, onlara karşı psikolojik ve sosyal bağışıklık sistemi de giderek zayıflar. Gün gelir iyiliği savunamaz, kötülüğe karşı koyamaz duruma düşer. Çevresindeki kötülükler tarafından kolaylıkla işgal edilebilir, hatta –kendisi iyi olsa bile- onlara hizmet eder hale gelir.
Bu bakımdan bir insan iyilik yapma, merhametli olma, haksızlığa karşı durma, zalim yönetene karşı hakkı ve adaleti söyleme, her devirde ve düzende adalet arama gibi vasıflarını sürekli diri tutmalı, öncelikle kendisi bunlardan uzak durmalıdır. Zira haksızlığa karşı hisleri körelmiş, iradesi törpülenmiş insanın, “İyi insan” olma iddiası olamayacağı gibi, böyle insanların ülkesinde iyilik ve adalet olması da beklenemez. İnsanların, “lâyık oldukları şekilde idare edilmeleri” yasası buradan doğmaktadır.
RESİMLER
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN. (Teşekkür ederiz)
Öne çıkarılmış görsel (Kimyasal reaksiyon) https://global.britannica.com/science/combustion (Tahnk you)
Elma: http://thesunnyfruits.com/urundetay-2-urid-9 (Teşekkür ederiz)
Domino etkisi: https://www.linkedin.com/pulse/20140527092826-19881106-how-to-use-the-domino-effect-for-extraordinary-results (Thank you)
[i] “Kul, bir hata işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Şayet o, günahı terk eder, bağışlanma diler, tövbe edip Allah’a dönerse kalbi cilâlanır. Eğer bunları yapmaz, günah ve hataya devam ederse siyah nokta büyür ve neticede bütün kalbini kaplar…’ (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.)
1 Comment
Talhaerden
18 Ağustos 2016 - 18:10Ellerinize sağlık harika bir yazı cikarmissiniz