İnsanın, kökeninde Allah’ın birliği olan doğru bir inanca sahip olması değerlidir ancak inandıklarının bir hayat tarzına veya düzene dönüşmesi ayrı değer taşır. Zira inançtan beklenen insana ve yaratılmışlara hayat vermesidir. Hayat tarzı haline gelmeyen bir inanç sonunda felsefeye, oyalanma veya eğlenceye dönüşür.
Hayat tarzı, denge, düzen ve nizam ancak ölçüyle ve ahlâki değerlerle kurulabilir. Biz burada din felsefesi üzerinde konuşacak değiliz. Burada, önceki kısımda genel ilkelerinden bahsettiğimiz iş ve ticaret ahlâkının mikro ölçekte uygulamalarından, ölçülerden, değerlerden ve kurallardan, bunun için fertlere ve topluluklara düşen tutum ve davranışlardan bahsedeceğiz.
Bir insanın, milli veya memleket meselelerinden çok daha fazla kendi çevresinden başlayarak sağlıklı bir toplum içinde yaşamayla ilgilenmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü insanın sorumluluğu yakınından başlar ve erdemli insan böyle yetişir. Okuduğunuz bu metin, başlığı büyük şeyler çağrıştırsa da, böyle bir ilgi geliştirmeyi hedef alan -tabir yerinde ise- küçük işler yazısıdır. Asıl amacımız ise insanlar arası ihtilafları önleyen, hiç değilse en aza indiren ve erdemli insanın hayat bulduğu sağlıklı bir toplumdur.
İş ve ticaret ahlâkı, meşru yoldan üreten ve paylaşabilen sağlıklı bir toplum ve insani bir düzen inşa etmeyi hedef alır. Ahlâkın gözetilmediği yerde ise emeksiz, hatta haksız şekilde kazanan kesimler doğar. Bunlar giderek aralarında dayanışma içine girer, zümreler haline gelir, toplumları etkileri altına alarak meşru yollardan kazanmayı ve paylaşmayı bile baskı altına alırlar. Sermayenin, özellikle gayrı meşru yollardan edinilmiş sermayenin zaman zaman baskı, rüşvet ve piyasa oyunlarıyla hükumetleri baskı altına almaları, toplumları yönlendirmeleri küresel ölçekte sık yaşanan olaylardır. İnsanın zararına olan bu haller makro ölçekte düzenlemeler veya tepeden inmelerle bir yere kadar düzeltilebilir. Esas ve öncelikle gerekli olan insanın hayallerinden, değerlerinden ve ideallerinden başlayarak davranışlarıyla bir toplum ve düzen inşa etmesidir.
İş, ticaret ve yönetim ahlâkı nereden alınır, nasıl uygulanabilir?
Güzel ahlâkın ilk kaynakları Kur’an ve Sünnet ve onlardan çıkarılan değer yargılarıdır. Değerler ahlâki davranışlara karşılık geldiği gibi ölçünün, normların, kuralların kaynaklarıdır. Onun için değerlerin varlığı veya onlara inanmak erdemli bir toplum kurmak için yeterli değildir. Onlardan amaçlar ve hedefler çıkarmaya, bu amaçlar ve hedeflere erişmek için bir usule (metot) ihtiyaç vardır. İş ve ticaret ahlâkını uygulamada ihtiyaç duyulan metotlar da yine öncelikle Kur’an ve Sünnetten alınabilir. Asr-ı Saadet bu usulün uygulamalarıyla doludur. Yazımızda, yeri geldikçe bunun örneklerini vermeye çalışacağız.
Temel kaynaklardan başka İslam Medeniyetinden ve onun dışındaki medeniyetlerden örnekler alınabilir. Farklı disiplinlerden hatta yaratılıştan (tabiattan) çok çeşitli dersler çıkarılabilir. Mesela insana hayat veren kan akciğerlerde nasıl temizleniyorsa, güzel ahlâkı da bu şekilde zerk ederek işlerimizi temizlemek, iyi, güzel ve doğru işlere dönüştürmek gerekir.
Dilediğimiz takdirde ibadetlerden bile iş ve ticaret hayatı için akletme ve ahlâk çıkarabiliriz. Böyle bir geçişi kolaylaştırmak için öncelikle hayatın ayrı bildiğimiz alanlarını birlikte düşünmek gerekir. İbadet, ticaret, sağlık, siyaset, temizlik, adalet ve hukuk arasındaki bağları güçlendirmek, her birinin diğerinden beslenmesi için kolaylıklar keşfetmek gerekir. Söylediklerimize örnek olması için inananların hayatında önemli bir yeri (ve sayısız faydası olan) bir ibadeti, bir “iş” olarak, bu açıdan, basitçe analiz edelim:
Öyle bir iş düşünün ki herkes tarafından bilinen tartışmasız kuralları olsun. Yapılması belli bir temizlik, düzen ve intizam gerektirsin. İşin yapılma yeri, zamanı ve yönü belli olsun ve bu konuda büyük bir esneklik tanınmış olsun. Çağrı ile yapılsın, niyete bağlı olsun, başlangıcı ve bitişi açık ve net olsun. İşin icra edilmesinin belli sözleri, metinleri ve beden dili olsun. Kendi içinde kısımlara ayrılsın, kısımların derecesi, sırası ve akışı herkesçe bilinsin. Yerine getirildiği esnada başka iş ve uğraşla ilişkisi tanımlanmış olsun. İşin hangi durumda veya kısmının bireysel veya toplu olarak yapıldığı belirlenmiş olsun. Toplu halde uygulamada tartışmasız bir iş bölümü ile yapılsın. İş, günün 24 saati ve 365 güne anlamlı ve düzenli olarak dağıtılmış olsun. İşin zamanında yapılamaması halinde sonra nasıl yapılacağı belli olsun.
Bahsettiğimiz, bu ibadetin namaz olduğunu anladınız. Namaz bir ibadet olduğu kadar iyi bir işe örnek olarak diğer işler için akıl devşirilebilecek güzel bir kaynaktır. Zira bir işte eksiksiz tanımlanmış olmak, kuralları olmak, süreçlere ayrılmış olmak, rol tanımlarının yapılmış olması, işler ve roller arasındaki hiyerarşi, zamanlama, başlangıç ve bitişler gibi unsurların her biri cevher değerindedir. Namazla gelen akletme şekli bunlardan ibaret değil ama bu kadarını bile aldığımızda hangi işimizde bu saydıklarımız kadar kurallar vardır? Bir işin yapılması için gereken ruhsal hazırlık, doğruluk, samimiyet, kibirden arınma, ihlas ve bütün bunların getirdiği manevi doyumu da ayrıca düşünmek gerekir. Hangi işimiz bu kadar açık, düzenli ve kesin kurallarla donatılmıştır? Kaç tane işimiz böylesine ihtilaftan, tartışma ve çatışmalardan uzaktır? Bizi böyle maddi ve manevi bir iklime davet eden kaç işimiz vardır?
Konumuzla ilgisi bakımından, en önemlisi, bu kadar kuralı nasıl dünya işlerimize transfer edebilir, işlerimizi böyle kurallarla düzenli hale getirebiliriz? Bu genel girişten sonra şimdi iş ve ticaret ahlâkını NE, NASIL, NİÇİN üzerinden analiz ederek biraz daha yaklaşabiliriz.
Öğrenme, keşfetme ve inşa etmenin ilk sorusu: NEDİR?
Bir işi, eşyayı veya süreci tanımanın ilk ve basit yolu “NEDİR?” sorusuna verilecek cevapta yatmaktadır. Ne yazık ki yaşayan kültürlerimiz bir işin/şeyin “NE” olduğunu tanımlamakta her zaman gereken özeni göstermeyebiliyor. Kapsamını belirtmeyebiliyor, sınırlarını çizmeyebiliyor. Böyle olunca, çok zaman tanımsız ve nerede başlayıp bittiği belli olmayan işlerle çalışıyoruz. Çünkü insan cehaletten veya nefsi, çok zaman söylenmesi gerekenlerin bazılarını kendine saklayabiliyor. Onun için halk arasında, “söylediklerine değil, yaptıklarına bak” hatta bazen “… Söylemediklerine bak” denir. Herkes, her bildiğini açık kalplilikle paylaşamaz. Bunu cimriliğinden, işleri yalnız kendi kontrolünde tutmak istediğinden veya hesap vermekten kaçınmak için yapabilir. İnsanın tabiatında “gizlemek” gibi bir hasletin olduğu, aşağıda açıklayacağımız gibi Cenab-ı Allah tarafından haber veriliyor.
Böylece bir işin doğru veya açık şekilde bilinmemesi yahut herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmamasıyla, o işte, daha yolun başında ihtilaf çıkar. İhtilaflar çatışmalara yol açar. Bunların önüne geçmek için her işin iyi tanımlanması, neyi kapsayıp, neyi dışarıda bıraktığının ilgili herkes tarafından açıkça bilinmesi gerekir. Kültürümüzde bu tanımlama “Efradını cami, ağyarını mani” kuralı ile dile getirilmiştir.[i]
İşlerin fayda veya zarar vermesinde, kazalar ve çatışmaların önlenmesinde, hiç değilse azaltılmasında insan unsuru çok önemlidir. Onun için işi ehline vermeli, ehil olan açık ve dürüst davranmalı, işin öncesinde araştırma yapmalı ve ilgililerle istişare etmelidir. Yararlı bir istişare için bildiğini ve karar verme hakkını ilgili olanlarla paylaşmasını bilmelidir. Her işi bu şekilde tasarlamak, plânlamak ve aynı istikamette yürümesi için kurallar koymak gerekir. Plânlanan işler, süreçler boyunca yine plânlı şekilde izlenmeli ve değerlendirilmelidir. Değerlendirmenin işin sonuna kalması geç olabilir, telafisi zor, hatta imkânsız sonuçlar doğurabilir.
Diğer taraftan insan, kötü ve zararlı olanı kıyaslar yoluyla meşrulaştırabilir. Kişi, yaptığı işi, bilinmeyen bir işle yahut daha kötü işlerle kıyaslayarak örtmek veya meşrulaştırmak isteyebilir. Burada nefsin önünü kesmek için bir taraftan uğraştığımız işi veya nesneyi iyi tanımak, diğer taraftan doğru kıyaslar[ii] yapmak gerekir. Onun için bir işi diğeriyle kıyaslamak yerine önce doğrudan değer yargıları ve işin amacıyla kıyaslamak gerekir. Mesela bir işte açıklık, alenilik, yerindelik ve doğruluk kuralları gözetilmiş mi? Amaç doğru tayin edilmiş mi? İş, tekniğine ve usulüne uygun yapılmış mı? Sahih bir sözleşme düzenlenmiş mi? Vâ’d edilene, verilen söze, sözleşmeye sadık kalınmış mı? Süreye, yere, zamana dikkat edilmiş mi? Böyle değil de sıradan kıyaslar yapılırsa iki kötü veya eksik iş birbirlerini meşrulaştırabilir. Kötülüklerin çoğu bu şekildeki bâtıl kıyaslarla yayılmaktadır. Bu kötü yolun, düşüncesizler tarafından “ona gelene kadar…” sözüyle bilmeden meşrulaştırılmak istendiğine sık şahit oluruz.
İş ve ticaret ahlâkını zedeleyen unsurlardan biri de iş ve işlemlerimizde belge, senet veya sözleşme değil söz ile yetinmektir. Hâlbuki anlaşma ve sözleşmeler işlerin kanıtı olduğu gibi aynı zamanda işin tanımlanmasının ve iyi bilinmesinin araçlarıdır. Bir insanın sözünde durmasından daha güzel bir şey olamaz ancak iş yapanın hafızasına ve nefsine yenilebileceği ve zamanla şartların değişebileceği unutulmamalıdır. Kur’an’ı Kerimin en uzun ayeti “alışverişlerinizde sözleşme yapın, şahit tutun” der ve kayıt araçlarının çok zor bulunabildiği o günün Arabistan şartlarında bile sahih bir sözleşme yapmanın inceliklerini verir.[iii] İhtilafa sebep olacak şeylerin yazı ile kayıt altına alınmasının emredilmesinin hikmeti her zaman akılda tutulmalı, hangi yolla olursa olsun, “Allah’tan daha iyi bilme” ahmaklığına kalkışmamalıdır!
Bir hırsız, gireceği yerde delil bırakmak istemez. Kalplerinde hastalık olanlar da yaptıkları işlerle ilgili yazılı belge düzenlemek istemeyebilir. Bazı kültürlerde bu hastalık çok yaygındır ve toplumu içten çürütür. Diğer taraftan yazılı belge, rapor veya sözleşmeden maksat sahih olanıdır. Bu bakımdan bir belgenin sadece var olması seni aldatmamalıdır. Var olan bir anlaşma veya sözleşmenin doğru, amaca ve usule uygun olması da varlığı kadar önemlidir. Mesela bazı banka sözleşmelerinde, bankanın sözleşmeye, müşterisini zora sokacak maddeler koyduğu çok görülmüş, bunlar zaman zaman çıkarılan kanun ve yönetmeliklerle ancak düzeltilebilmiştir. Onun için belgelerin düzenlenmesinde yol ve yöntem (usul) tayin edilmelidir.
İnsan nefsinin veya hafızasının kendisine oyun oynaması her zaman mümkündür. Onun için yapılacaklar, işin ait olduğu disipline göre kayıt altına alınmalı (mesela raporlanmalı, resimlenmeli veya projelendirilmeli), hatta gerekiyorsa sözleşmelere bağlanmalı, kurallar konmalıdır. (Büyük çaplı ve yıllarca süren bir konut dolandırıcılığında mağdurlar, en son isteklerini şöyle dile getirmişlerdir: Söz değil, sözleşme istiyoruz!) Belge ve sözleşmeler her işin önemli boyutu, nefsin hilelerine takılan kelepçeler gibidir. İnsanı başıboş bırakmamanın önemli yolları ve araçlarıdır.
Sorgulamanın ikinci adımı: NASIL (USÜL VEYA METOT)
“Nasıl” sorusunun olmadığı yerde sorgulama da, o şeyin bilinmesi de tam olmaz. Sorgulanmamış bir iş veya hayat eksikler, eğrilikler ve belirsizliklerle dolu olabilir. Her iş ancak “NASIL”larla sorgulanarak olgunlaşabilir. Çünkü belirsizlik aksaklıklara, kazalara ve şüpheye sebep olur. Bunlar da zanna, evhama, fitne ve fesada, hatta kavgalara yol açar. Liyakatsiz yöneticileri davet eder, kötü yönetimler doğurur. Sorumluluktan kaçan, fırsatçı ve çıkarcı insanlara gün doğar.
“Nasıl” usul ile (yol, yöntem, yordam, metot) ilgili ve çok önemlidir. Örfte ve meşhur hukuk kaidesinde olduğu gibi “Usul esasa mukaddemdir.” (Usul esastan önce gelir.)[iv] Bu evrensel kuralı idrak eden, her işinde yol ve yöntemi elden bırakmaz hatta önde tutar, rahat eder.
Çağdaş Müslümanların, bir işi yaparken “NASIL” veya usulden yana çok da istekli olduklarını söyleyemeyiz. Onun için bazen işimiz olması gerekenden eksik, bağlı veya ilgili olduklarından kopuk, sebepleri ve sonuçlarıyla yeterince bilinmez halde tasarlanır. Böyle olunca iş başlar, kavga başlar! Ortaya çıkabilecek sorunlar, işin başında basit kurallar koyarak önlenebilecekken, iş ilerledikçe büyür, taraflaşmaya sebep olur. Hizipleşme ile kireçlenme veya paslanmanın oluşması gibi toplumda bedevi toplulukları oluşmaya başlar!
Lâkin sorgulamada ve usul tayin ederken işi şirazesinden çıkarmamalı, “şeytanın avukatlığı” gibi çirkin işlere girmemeli, ifrat ve tefrite kaçmadan orta yoldan yürümelidir. İslamın usulünün zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak olduğunu unutmamak gerekir.[v]
Biri bize “usulün ne işe yaradığını, usül olmazsa hayatımızdan neyin eksileceğini” sorabilir. Usulsüzlük halinde herkes bildiğini okur. Kurallara göre değil, aklına gelene veya aklının erdiğine göre davranır. Usul yoksa her işe, önceki işlerden akılda kalanla yahut her defasında baştan başlanır. Bu durumda yapıp ettiklerimiz ne maya tutar, ne adetler veya kültürler oluşur, ne de medeniyet. Toplumsal hafıza veya ortak akıl kalmaz. Her gelen öncekini bozar.
İş ahlâkını yerleştirmek için öncelikle amaca göre iş yapmak, ölçüyü gözetmek sonra da işe şekil (ahenk, estetik, güzellik) vermek gerekir. Fakat bunlar dışarıdan ve sonradan değil, baştan ve değerlerle yapılır. Varlık, dışarıdan müdahale ile şekil verilerek değil, genetiğinden gelen özelliklerle şekil almakta, sonuç veya meyvesini vermektedir.
Diğer taraftan her yaptığımız bir işe yaramalı, bir sorunu çözmeli, işi iyileştirmeli veya ileri götürmelidir. İş yaptığımız ortamda belirsizlik yahut kargaşa durumu varsa sonlandırmalı, sonunda denge ve düzen kurulmuş olmalı ki işe yarasın, yeni sorunlar doğurmasın. Bütün bunlar, ilgili ayeti aşağıda göreceğimiz gibi, Adetullah’tan öğrendiklerimizdir ve çok kıymetli değer yargılarıdır.
Ahlakı yerleştirmeye aşağıdan, yakından ve az olandan başlamak gerekir. İki yüzyıldır Batıdan, kökeninde ahlâk olan yasa ve yönetim modelleri almakta, bunları tepeden topluma kabul ettirmeye çalışmakta ve her defasında kopya aldığımız yerde durmaktayız. Hâlbuki çağdaş Batı, dünyevi de olsa bir düzen kurduğu halde iş, ticaret, siyaset ve yönetimde ahlâki (etik) düzenlemelerine durmaksızın devam etmektedir. Çünkü var olmak sürekli ilgi ve bakım ister. Aşağıda, bu yöndeki bazı mikro düzenlemelerden başlıklar halinde bazı örnekler vermekle yetineceğiz:
Hollanda’da, belediye hizmetlerinde ahlâki ikilemde kalarak seçim yapmak zorunda kalanlar için, “Pure Coffe” isimli eğlenceli bir oyun geliştirilerek, ülke çapında satışa sunulmuş, oyunun tanıtımını Valiler ve Bakanlar yapmıştır. Belediye Meclis üyeleri için “Aday Meclis Üyeleri Dürüstlük Değerlendirme Kılavuzu,” “İkilemde Kalan Meclis Üyelerine Dürüstlük Muhakeme Kartları,” Belediye Başkanları, Belediyeler ve Bağlı Kuruluşlar için “Dürüst Atama Rehberi” yayımlanmıştır. Özellikle hediye kabulü ve mali işlemlere ilişkin standartları kapsayan, “Bakanlar ve Müsteşarları için El Kitabı,” “Bakanlar ve Milletvekilleri Yemini Kanunu” ve Belediyeler Birliği, Atama Süreçleri Bilgilendirme Dokümanı yayımlanmıştır. (Rehberde meclis üyeleri için davranış kalıpları, kriterler vs. yer alıyor) Hollanda’da ayrıca, Koruma Kılavuzları, Model Davranış Kodları ve Ahlâki Muhakeme Güçlendirme Atölye çalışmaları gibi çeşitli düzenlemeler hayata geçiriliyor.[vi]
Böyle düzenlemelerin aslında öncelikle Müslümanlar tarafından yapılması, hiç değilse dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın örnek alınması gerekir. Ne var ki biz Müslümanlar, elli-yüzyıl bekliyor, bunların yasalar haline gelmiş hazır hallerini hap şeklinde alıyor ve bu kopyalardan medet umuyoruz. Hâlbuki eşyanın tabiatı bir defalık, ani veya büyük düzenlemeler değil, küçük ve az olandan başlamayı, devamında tekrarı, süreklilik ve tekâmülü gerektirir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Allah’ın en sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır“[vii] buyuruyor. Bu hadis sadece ibadetler için değil, insanın bütün yapıp ettikleri için bir usül (metodoloji) getirmektedir.
Şüphesiz yukarıda Hollanda üzerinden örneklediğimiz durum, Batıya özgü değil, bütün insanlık için izlenmesi gereken bir yoldur. Hatta çok büyük ihtimalle Batı bütün bu akletmeyi İslamdan ve Müslümanlardan öğrendi. Çünkü bu şekilde Kur’an veya Sünnette geçen ve Batılılar tarafından yapılmakta olan sayısız örnekler vardır. Mesela insanlık tarihinin en muhteşem kurumlarından biri olan ahîliğin şekillenmesinde 50 tane hadis sayılmaktadır. Ayrıca ahîliğin, adap ve erkân adı altında 124 prensibi (kurallar) vardır. Taam yemek (12), su içmek (3), söz söylemek (4), giyinmek (5), evden çıkmak (4), mahalle arasında, çarşıda-pazarda yürümek, bir şey satın almak, eve getirmek gibi 124 kural bir ahînin kişiliğinin, sosyal ve ticari ilişkilerin yapı taşlarını oluşturur.[viii]
Her işimizin doğru ve ahlâki şekilde tasarlanması ve plânlanması gerekir: Kimi insanlar, işi ayrıntılarıyla bilmediklerinden, acelecilikten veya hesap vermekten kaçınmak için birden bire sonuçlara atlayabilir. Hâlbuki bir iş başından itibaren eksiksiz tanımlanmayı ve düzenlenmeyi gerektirir. Sonra da işi süreçlere ve (gerekiyorsa) alt süreçlere ayırmalıdır: Ankara’dan İstanbul’a giderken, evden havaalanına, oradan uçakla İstanbul’a, İstanbul’da havaalanından hedef noktaya gitmek birer süreçtir. İhtiyaç varsa bunların alt veya paralel süreçleri de tasarlanabilir. Bu şekilde süreç tasarımı yapmak yönetimi kolaylaştırır. Bir işin sağlıklı değerlendirmesini yapmak ve hesap çıkarmak ancak bu şekilde mümkün olabilir.
Hesap vermek yaptıklarımızın güçlü bir boyutu olmalıdır. Ne var ki, kurallar ve ölçüler varsa hesap verme imkânı doğar. Her işte, o basit gibi görünen “Hesap Verme” ilkesi, bütün bir dünya hayatını ahiret hayatına bağlayan köprüde, “Hesap Günü” olarak karşımıza çıkar ki nefsini ıslah etmeyenlerin hüsrana uğrayacağı gün, O Gün’dür! İnsandan isteneni bireysel ahlâk olarak yapmak şarttır ama iyi bir âlem için bireysel davranış hiçbir zaman yetmemiştir. Aynı zamanda iyi ve doğru yapılanları yaymak ve düzen haline getirmek gerekir. Kurallar koymayan, ölçmeyen ve hesap verme düzeni kurmayan ahirette hüsrana uğrayacağı gibi dünyada da kargaşa içinde kalır. Toplumda, bir ayet-i kerimeden mülhem olarak “aklını kullanmak” uyarısı başta ölçü koymak üzere bütün bu kuralları gözetmeyi gerektirir. Yüce Allah’ın koyduğu bu kuralların her biri birer yasadır ve sadece ahirette hesabı sorulacak emirler değildir. Yeryüzünde düzen ancak onlarla kurulabilir, ahenk bu kurallarla bulunabilir, adalet ve huzur bu yolla elde edilebilir. Dünyada rahatlık, ahirette kolaylık arayan işlerini bu yasalara göre yapmalıdır.
Hesap Gününe göre davranan, bir an bile nefsine uymayacağı gibi kuralsızlık ve düzensizliğe de ilgisiz kalamaz. Sadece şahsını değil, sosyal veya ortak hayatı (kamusal alanı) da kuralsız ve ölçüsüz olanın insafına terk edemez. Emr-i maruf, nehy-i münker bu amaçla vardır.[ix] İyililerle birlikte anılmak isteyen, işlerin iyileştirilmesinde yardımcı olmalı, kuralsızlık ve düzensizliğe adabına göre karşı çıkmalıdır. Anlaşmazlık halinde arabuluculuk ve şahitlik yapmaktan çekinmemeli, bu işlerde de âdil davranmalıdır.[x]
Bu sebeple her işte izleme ve değerlendirmeyi, kontrol sistemlerini ve hesap vermeyi süreçlerin içine yerleştirmek gerekir. Bu yaklaşımla grupların, timler ve takımların, gönüllü kuruluşların (kooperatif, vakıf ve derneklerin), kurumların, sektörlerin hatta hükumetlerin kendilerini bu açıdan sorgulamaları, özellikle dışarıdan denetim altında tutmaları gerekir. Kontrol sistemleri, denetim fonksiyonları, yargı organları ve millet meclisleri bu önemli amacı yerine getirmek için vardır. Hatta Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi organlar -Batının bu kurumları kendi lehinde kullanması bir yana- bu ihtiyaçtan doğmuştur.
Ne var ki çağdaş Müslümanların, şahsi veya kurumsal olarak hesap vermeyle araları hiç de iyi değildir. (İşlerimizde, hesap verme inancından bugünümüz için hemen hiçbir şey çıkmamaktadır. Sanki Kıyamet Günü sadece ibadetlerden hesaba çekileceğiz gibi!) Bu yüzden de sağlıklı izleme ve değerlendirmeler yapılmaz, kimse denetlenmek istemez, denetim organları görevlerini hakkıyla yapamaz. İzleme, değerlendirme ve denetim olmayan yerde yaptırım da olmaz. Son yüzyıllarda hesap vermek (accountability) dâhil olmak üzere iş ve ticaret ahlâkını ve yasalarımızı Batıdan almamız tesadüf değildir.
Hesap vermek dosdoğru olmayı ve eleştiriye açık olmayı gerektirir. Kişinin eleştiriye açık olması ve hatasını kabul etmesi bir erdem olduğu gibi işinde gelişmesini kolaylaştırır. Diğer taraftan muhatabımızı eleştirirken saygılı olmalı, kişiliğini değil, tartışılmakta olan işi üzerinden eleştirmelidir. Zira ancak yapıcı eleştiri istenen sonucu doğurabilir. Hatta muhatabımıza hatasından dönmesi için kapıyı açık tutarak imkân tanımalıdır. Unutmamak gerekir ki hatasından dönmek (gerekiyorsa tövbe etmek) Yüce Allah’ın kullarına tanıdığı bir haktır. Bütün bunlar iş, ticaret ve yönetim ahlâkına taze su taşıyan kaynaklar gibidir.
İşlerin bozulmasında bilgisizlik, kibir, tembellik veya menfaatini kaybetme korkusu gibi ahlâki hususları da hesaba katmak gerekir. Zamanımızın okumuş ve devletten geçinenlerin önemli hastalıklarından biri kibirdir. Bu hastalıklı haller yalnız bireylere değil, toplumsal kesimlere hatta milletlere bile bulaşabilir. Yine bu hallerden olan tembellik ve ondan kaynaklanan erteleme, öteleme, havalecilik ve hesaptan kaçınma güveler gibidir, işleri içeriden kemirir. Usul gözetmek ve Sünneti bilmek bu hallerin üstesinden gelmeyi kolaylaştırır. Diyelim ki kibir, tembellik, nemelâzımcılık, erteleme ve hesap vermekten kaçınmak gibi hususlarda Sünnette doğrudan faydalanabilecek örnekler çoktur. Mesela bir işte sabır göstermek, dikkat etmek, olumsuzluklardan ders çıkarabilmek, konuşmak kadar dinlemesini bilmek önemli değerler ve vasıflardır.
Ahlâkın işlerimize hâkim olmasını zorlaştıran şeylerde biri de hizipçiliktir. Günümüz Müslümanı, çok yazık ki, bireysel olarak yapamadığı yanlışlık ve haksızlıkları hizipleşerek yapabilmektedir. Bir işi çoğunluğun yapması veya kamu otoritesini arkasına almak yanlış olanı meşru gibi gösterebilir. Bu durum, haramları helâl, ölçüsüzlüğü hayat tarzı haline getirebilir, hak yemeyi meşrulaştırabilir. Kolektif nefisten kaçınmak, güç zehirlenmesine dikkat etmek gerekir! Topluluk egosu veya milli nefs insanın hakkı olmayan hiçbir şeyi meşrulaştıramaz. Bunların hepsinden sakınmak, bunun için ahlâki değerleri usulünce işlerin içine yerleştirmek, ölçüler ve kuralları yerli yerine koymak gerekir.
Nefsin derindeki ortağı veya düşmanı: NİÇİN VEYA NİYET
“NİÇİN” sorusu, “NEDİR” ve “NASIL” sorularının öncesine giderek bir şeyi kökten sorgulamak demektir. O şeyin varlık sebebini veya amacını ortaya çıkarır ve sonrasındaki bütün oluşumları etkiler. Onun için değerlendireceğimiz bir işi öncelikle fıkıhla (derinliğine, maksadıyla) anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü amaç ne ise usul, şekil ve süreçler ona hizmet edecek şekilde tasarlanır. “NİÇİN,” çok zaman amaç, maksat veya gaye ile iç içe geçmiş haldedir. Yüce Allah’ın âdetinde yaratmak gaye ile başlar. Cenab-ı Allah, önce amaç tayin etmekte, sonra yaratmakta, şekil vermekte, düzene koymakta, yine ölçü ile amacına yönlendirmektedir:
“O, [amaca göre] yaratıp şekillendiren, ahenk veren ve düzene koyandır. O (her şeyi) ölçüyle yapıp (amacına) yönlendirendir.”[xi]
Bu yüce Allah’ın adeti (Sünetullah)’dir. Allah Teâlâ işini nasıl yapıyorsa, insanın da o istikamette yapması gerekir. Yeryüzünde huzur bulmak isteyen bir toplum her işini Yüce Yaratıcı ve O’nun Elçisinin yaptığı gibi yapar. Çünkü varlık ve insanın yaptıkları bu iki külli (evrensel) âdetin yasalarıyla kuşatılmıştır. Günümüzde Batının kendine göre düzen kurmakta başarılı olmasının sebebi, tabiat kanunları dedikleri bu yasalara uymaktan kaynaklanmaktadır. İş ve ticaret ahlâkında, canının istediğini yapmaya yer olmadığı gibi, canının istediğine göre yapmaya da yer yoktur, olmamalıdır.
Keyfiliği önlemenin diğer yollarından biri, olup bitenleri sebepleriyle bilmek, niyetle birlikte değerlendirmektir. Zira amellerin (insanın yapıp ettiklerinin) değeri ve karşılığı niyete göredir.[xii] Bir işte insanın niyetini anlamak kolay olmadığı gibi niyet konusunda zan yapmak da doğru değildir. Sağlıklı sorgulama, doğru usul, sahih kıyas ve akıl yürütme ile niyet kısmen de olsa anlaşılabilir, hiç değilse su-i niyet (kötü niyet) varsa belki önlenebilir.
Sebeple ihtiyaç arasında, bazen birinin diğerinden doğması kadar ortak bağlar vardır. Bir işin sebebini anlamak istiyorsak ihtiyaçlara bakmak gerekir. Yapılan işe ihtiyaç var mıdır? İhtiyaç sahibi ile ihtiyacı gösteren aynı mıdır? İhtiyaç doğru tanımlanmış mı, iş veya proje ihtiyaca göre tasarlanmış mı? (İşi yapan kimi insanlar ihtiyacı masa başında kendileri tayin etmiş olabilir.) İşin sonunda ihtiyaç karşılanmış olacak, sebepler ortadan kalkacak mı?
Niyet hakkında, bazen de usul üzerinden fikir sahibi olunabilir: Niyeti bozuk olan çok zaman suyu bulanık tutmak ister, bir işte usulün varlığını kabullenemez. Usulle çalışmak sabırsızlık, cehalet ve tembelliğe de zor gelir. Böyle durumlarda, tutulan yol (usül, metot), açıklanan sonuca veya amaca yerinde ve zamanında götürür mü, ona bakmak gerekir.
Onun için muhatap olduğumuz her işte amacın ve usulün işin başında tanımlanmış olmasını sağlamak ve iş süresince ikisine de bağlı kalınmasına dikkat etmek gerekir. Kötü niyet sahibinin suret-i haktan[xiii][xiii] görünebileceğini (samimi, iyi niyetli görüntüsü verebileceğini) ayrıca unutmamak gerekir. Bütün bunlar için açıklık ve şeffaflığı işlerin parçası haline getirmek gerekir.
İnsan, bazen yapıp ettikleri gibi niyetini de gizleyebilir. İş ahlâkının zayıf olduğu toplumlarda yaptığını veya niyetini gizlemek daha kolay ve yaygındır. Çünkü o toplumda, yapılacak hilelere karşı önlemler gelişmemiş, kurallar oluşmamış, insanlar aşılı değildir. Cenab-ı Allah insanın bu vasfını aşağıdaki ayetiyle ifşa ediyor:
“O, sakladıklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir: çünkü Allah, [insanların] kalplerinde olanın her türlü bilgisine sahiptir.”[xiv]
Allah Teâlâ insanın gizlediklerini yaratılıştan biliyor ve görüyor. Ancak insan ancak sorgulayarak, istişare ve usul ile araştırıp anlayabilir. Bir işte niyeti anlamanın yollarından biri de sebep-sonuç ilişkisi kurmaktır. Onun için de her işimizi tedebbürle (işin sonunu hesaba katarak) ele almak gerekir. Yapılacak işin sebebi veya sebepleri nelerdir? İşin yapılma şekli açıklanan sebebi ortadan kaldırır mı, beklenen sonucu doğurur mu? İlk bakışta basit gibi görünse de sağlıklı sebep-sonuç ilişkisi kurabilmek ancak insanın melekelerinin gelişmesiyle mümkündür.
İşlerimizi yapma tarzına gereken önemi verirsek, bu sayede kimi iyi alışkanlıklar kazanabiliriz. Çünkü bir işte veya olayda sebebi ve sonucu kıyaslamak, ferasetimizi ölçmek, hatalarımızı görmek daha kolaydır. Ayrıca yapıştığımız şeyin zan veya peşin hüküm olduğunu ve bundan ayrılmanın korktuğumuz kadar zor olmadığını görme imkânı vardır. Kişi, bu alışkanlıklarını devam ettirebilirse bir durumun özünü görmesi zamanla kolaylaşabilir. Yaptıklarına dikkat ederse, doğruluk ve objektiflik giderek o kişide huy haline gelir, bakış açısı gelişir, feraseti artar. Doğruluk, eşyanın tabiatına uygunluk olduğundan işin, eşyanın mahiyetini görmeyi kolaylaştırır. Doğruluk işin, eşyanın çekirdeğine giden yoldur.
Bir işin sonunda doğrudan veya etki (bazen zincirleme etki) ile bir zarar doğuyor mu, iyi bakmak gerekir. Bu önemlidir zira temel bir ahlâk ve hukuk kuralı olarak insanın her yapıp ettiğinde zarar vermemek esastır. Hadis, Mecelle kuralı ve evrensel bir kural olarak, “Zarar vermek de, zarara zararla karşılık vermek de yoktur.”[xv] Yapılan işten zarar gören ister insan, ister hayvan, bitki veya çevre olsun.
Bir işi sorgularken kişileri veya olayları değil, amacı, ana fikri, onunla birlikte işe vücut ve şekil veren yasaları görmeye çalışmak gerekir. İnsanlarla veya çeşitli nefsi kaygılarla hareket eden işin özünü bulamaz. Onun için, “küçük insanlar kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri tartışırlar” denir. İş ve ticaret ahlâkında gelişmek istiyorsan insanlarla uğraşma, fikirlerle, ahlâki değerlerle ilgilen.
Dar görüşlülük, zan yapmak, peşin hüküm, art niyet, taraf tutmak, korku ve menfaat gibi zaaflar sebep-sonuç ilişkisi kurmayı, işin özüne inmeyi ve isabetle karar vermeyi zorlaştırır. Bunların zararlarından korunmak için doğruluk, dürüstlük ve hakkaniyet gibi temel ahlâk ilkelerini rehber edinmek, kuralları, süreçleri ve usulü diri tutmak gerekir. Nefsin keyif sürdüğü, iş, ticaret ve yönetim ahlâkının en zayıf olduğu toprak usulsüzlüktür ki onun da içinde keyfilik, belirsizlik, ölçüsüzlük, kuralsızlık ve düzensizlik vardır. Unutmayalım, yolsuzlukların çoğu usulsüzlüklerden doğar.
Şahsi ve sosyal hayatımızda veya kamu düzeninde yenilik yapmaktan korkmamak, yapanların önünü açmak ve yardımcı olmak gerekir. Yenilikte yapılabilecek hataları istismar etmemeli, ders çıkarmalıdır. Zira yenilik, rutinleri tekrar etmek gibi değildir, hata yapmaya daha çok açıktır. Yenilikte niyete bakmak, doğruluktan sapmamak, değerler ışığında yol almak gerekir. Bizde yenilikte önden gitmek övülmüş ve yüksek bir değer biçilmiştir. Misal olarak kim bir “çığır açarsa” (yenilik yaparsa) ondan sonra gelip o yeniliği örnek alanların sevabı, yeniliği yapana da verilir.[xvi]
İş ve ticaret ahlâkının gelişmesi hakkında bu yazımızda saydığımız hususlara kısaca şunları da ekleyebiliriz: Meşru ihtiyaçlarla yetinmeli, lüks ve gösterişli iş yapmaktan kaçınmalı, israftan ve şüpheli şeylerden sakınmalıdır. Çünkü bunlar insanı doğruluk, orta yol ve başkalarını düşünmekten saptırır. Mal, meta, bilgi veya birikimi paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı yaygınlaştırmalıdır. Ancak sadece iyi olanı yapmak, kötü olanı yapmamakla yetinmemeli, bütün iş, işlem ve usulleri de buna göre ayarlamalı, bu yapı taşlarıyla denge ve düzen kurmalıdır.
Diğer taraftan, geniş açıdan bakıldığında kumar, faiz ve şans oyunları gibi meşru emek, üretim ve hizmete dayanmayan her türlü iş ve icraat haram olmakla kalmaz, iş ve ticaret ahlâkını bozar. Bu işlerin hem kendileri haram ve haksızlık doludur, hem de yapanın doğruluk, dürüstlük ve temiz kazanç melekelerini zayıflatır, diğer haramlar ve haksızlıklara kapı aralar. Ayrıca kazancımızı zekât, sadaka ve infakla arındırmak ve temizlemek gerekir. İnsan, sözle değil ancak işleri ve eylemleriyle gerçek kişiliğini bulur. Malum, yaptıkları insanın eseri olduğu gibi, insan da yaptıklarının eseridir. Bizim vücut ve şekil verdiklerimiz, dönüp kişiliğimizi şekillendirir. İnsan çabası normlarla (değerler), hayatın gerçekleri (realite) arasında gidip gelir.
İş yapan, yapılan işe, işyerine ve iş sahibine sadık olmalı, yönetiminde olan iş, eşya ve insanları emanet bilmelidir. İş ve ticaret ahlâkı; başta adalet ahlâkı olmak üzere işe ve çalıştığı yere sadakatle ve bütün bunların sonunda doğacak güvenle hayat bulur, gelişip serpilir.
İbrahim AKGÜN
Öne Çıkan Görsel: AI. Microsoft Designer. Teşekkür ederiz/Thank you https://designer.microsoft.com/
KAYNAKLAR
[i] Efradını cami, ağyarını mani: Bir tarif veya tanımın kapsaması gerekenleri bulunduran, kapsamaması gerekenleri dışarıda bırakan açıklıkta olması.
[ii] Kıyaslar için mantık kitaplarına bakmak gerekir. Bazı kıyaslardan örnekler için lütfen bakınız; “AKGÜN, İbrahim; Önce Söz Vardı. S. 41-43. İnternet ortamında: Gelişim ve İnsan. https://www.gelisimveinsan.com/wp-content/uploads/2016/03/mantik_terkip.pdf
[iii] Bakara Suresi, 282. Bu ayet-i kerime, ihtilafa sebep olacak her işte sözleşme yapılmasını, tanık gösterilmesini, sözleşmelerde yolculuk hali, yetimlerin ve düşkünlerin haklarının korunmasına kadar detayları verir ki, bundan bir hukuk doktrini çıkarılabilir. Mesela noterlik müessesesi bu ayetten doğmuştur.
[iv] Usûl, esasa mukaddemdir. Usûl, esastan önce gelir. (Bu ilkenin Mecelle’de yer aldığı zannedilirse de doğru değildir) Örnekler için bakınız: Gelişim ve İnsan. https://www.gelisimveinsan.com/wp-content/uploads/2016/04/fikhideyimler.pdf
[v] Enes (b. Mâlik) tarafından rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (B69 Buhârî, İlim, 11)
[vi] IŞIK, Sevil; Yerel Yönetimlerde Etik ve Yönetişim. Kültürümüzden ve Dünyadan Örnek Uygulamalarla. S. 29. Türkiye Belediyeler Birliği. 214 S. Ankara, 2020.
[vii] Hadis-i Şerif. (Buhârî, İmân 32; Müslim, Misâfirîn 221)
[viii] ŞEKER, Prof. Dr. Mehmet; Türk-İslâm Medeniyetinde Ahîlik ve Fütüvvet-Nâmelerin Yeri. SEYYİD HÜSEYİN el-GAYBÎ’NİN “MUHTASAR FÜTÜVVET-NÂME”Sİ. S. 96-97. Ötüken Neşriyat. 387 s. İstanbul, 2011.
[ix] İyiliği emretmek, yaymak; kötülüğü uzaklaştırmak, kaldırmak. İslami bakımdan iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin ortadan kaldırılması için çalışmak. İyiliği yayma, kötülüğü menetme. (El-emru bi’l-mâruf ve’n-nehyu ani’l-münker)
[x] “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun” (Nisa 4, 135).
[xi] A’la Suresi, 2-3
[xii] Hz Ömer’den (r.a) nakledilmiştir: Rasûlullah (a.s) buyurdular ki: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Rasûlü’ne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.”
[xiii] Sûret-i haktan görünmek: Samimi, iyi niyetli görüntüsü vermek. Kendisini iyi niyetliymiş gibi göstermek ya da birisinin iyiliği için çalışıyormuş gibi görünmek. Bir işte, gerçekte öyle olmadığı halde haklı imiş gibi görünmek
[xiv] “…O, sakladıklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir: çünkü Allah, [insanların] kalplerinde olanın her türlü bilgisine sahiptir.” (Teğabun Suresi, 4)
[xv] İbn Abbâs”tan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur.” (İM2341 İbn Mâce, Ahkâm, 17)
[xvi] “Kim İslamda iyi bir çığır açarsa açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de İslamda (Müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığırın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından birşey eksilmeden ona aittir.” (Riyâzu’s-Salihîn, 19, bab. 172. hadis, s. 158 (Müslim’den)
2 Comments
İsmet Filizfidanoğlu
9 Mayıs 2021 - 06:10Emeğinize sağlık. Bir birikimin ve gözlemlerin sonucu ortaya çıkan, yerinde tespitler içeren bu makalede katılmadığım hususlar var. Makalenin hitap ettiği kitlenin fluluğu itiraz noktalarımı saklı kılıyor. Saygılarımla.
İbrahim AKGÜN
18 Mayıs 2021 - 10:21İlginiz için teşekkür ederiz İsmet bey. Katılmadığınız hususları öğrenmekten mutlu olur, tekrar teşekkür ederiz efendim.