Davranışlarının insanın eseri olması kadar insan da kendi davranışlarının eseridir. Öyle ki hareketlerimiz, işlerimiz, eserlerimiz ne ise biz de oyuz. Bazen kimilerinin bir davranışı hakkında “ondan beklemem” diyerek, insan ve davranışları arasında bir aynilik ve süreklilik olduğunu gösteren bu hususu hepimiz biliriz.
Zira insan nasıl bedenen organları ve uzuvlarının toplamı ise, şahsiyet olarak da davranışlarının, hareketlerinin ve bunların sonucunda oluşan kişiliğinin sonucudur. Kişiliğimiz, hayatımız boyunca ama en fazla da hayatımızın ilk evrelerinde bize verilenlerle oluşur. Bizler hayatımız boyunca, özellikle gençlik çağımızda belli davranışlarda bulunarak bir şey yapıp etmeye çalışırken aynı zamanda kendi kişilik dokumuzu örmüş ve pekiştirmiş oluruz.
Yani temiz ve şekillenmeye meyilli bir fıtratla doğarız. Sonra bizi büyüten anne babamız bize ilk şekli verir, sonra da biz bu çizgi üzerinde devam eder, gelişir veya kendimiz başka tercihlerle başka bir yöne doğru yol almaya başlarız.
Anne babanın verdikleri ve içinde büyüdüğümüz çevre çok önemlidir. Bu dönemde veya sonradan bulunulan davranışlar, yapılan işler, “iş” olarak kalmaz, o işlerin her biri kişiliğimize konulan bir tuğladır. Mesela, Sadi bir ev sahibi olmaya karar vermiş olsun. O, karar verdiği evi yapmak için karşılaştığı çok çeşitli şeyler arasından seçim yapar, yeni kararlar alır ve ona göre eylemlerde bulunur. Bunları yaparken yeni-eski öğrendiklerinin, zihnine yerleşmiş, kişiliğine sinmiş ama kendisinin fark etmediği, belki hiçbir zaman fark edemeyeceği, içinden kaynaklanan güçlerin etkisi altındadır. Bununla beraber, Sadi, bütün bu kararları ve davranışlarıyla sadece evini değil, onunla birlikte kendini de inşa etmekte ve sadece bugün değil, gelecekte yapacağı davranışlarını da belli bir kalıba sokmuş olmaktadır. Zira Sadi bir ev yapmakla, bulunduğu şehirde, mahallede, sokakta oturmaya ve bunun gibi çok sayıda küçüklü-büyüklü şeye kendini mahkûm etti. Duyguları ve davranışları yeni durumuyla uyumlu hale gelmek zorunda zira bu tercihinin gerektirdiği bir hayat tarzı vardır. Evini yaparken harcayacağı para, kullanacağı eşyalar, giyinme tarzı, komşularıyla ilişkileri ve onlara yapacağı ikramlar, düğün ve derneklerde muhitinin gerektirdiği davranış modelleri gibi..
Onun için güzel ahlâk sahibi olmak isteyen bir insan, her sözünü, dış dünyasında olduğu kadar iç dünyasında da kalıcı etki bırakacağını bilerek, seçmeli ve özenle davranışa dönüştürmelidir. Sözlerinin ve davranışlarının her birinin “güzel” olmasına ve hayatına “güzel”ce geçirilmesine özen göstermelidir. Çünkü sözleri ve eylemleriyle sadece belli bir iş yapmış olmuyor, aynı zamanda her yaptığıyla kişiliğinin oluşumuna bir yapı taşı koymuş oluyor, kendi resminin tamamlayıcı karelerini çiziyor, karakterine renk veriyor. Zira insanın nasıl bir insan” olduğu bütün bunların ortak sonucunda gerçekleşecektir. İnsan; karar verme şekli, davranış geliştirme ve işini yapma tarzı, yakınları ve yabancılarla ilişkileri, yaptığı işler ve uğraşları, hatta haşır-neşir olduğu renkler ve bütün bunlardan doğan eserleriyle dış dünyasını olduğu kadar, iç dünyasını da inşa etmektedir.
Ne var ki, her yaptığımız bizde yer edinemez. Gelip geçici olan şeyler vardır. Hafızamıza yazılıp, hatıralarımız arasına katılanlar vardır. İçimize sinerek, tabir caizse, kanımıza karışanlar vardır.
Onun için iyi tercihlerimiz, kararlarımız ve davranışlarımızın ruhumuzda kök salması, kişiliğimize yerleşmesi ve orada gelişip meyve vermesi için onları yeterince tekrar etmek gerekir. Bu durumun daha kolay anlaşılması için bir misal verelim: İnsan genleri de ağaçlar gibi dal verir veya var olan dalları kullanılmayınca bir süre sonra körleşir. Ağaç ve insan arasındaki fark, insanın kendi iradesiyle onları geliştirebilmesi, ağaçta ise genetikten (yaratılıştan) veya yaratılıştan gelen ama çevre şartlarının etkisiyle oluşan veya hayat bulamayan oluşumlar olmasıdır.
İyi şeylerin karakterimizin parçası haline gelmesi için onları tekrar etmek gerekir. Bu yüzden, bir şeyi bir defa ve çokça yapmak yerine, azar da olsa tekrar etmek daha yararlı sonuçlar doğurur. Diğer taraftan, iyi olmayan (kötü, çirkin, zararlı) şeyleri de, kişiliğimize yerleşmemesi için tekrardan kaçınmak gerekir. Hatta iyi olmayan bir şey yaptığımızda bile, onun hemen arkasından iyi bir şey, bir iyilik yapmalı ki, o kötü olan iç dünyamıza yerleşmesin. Orada kök salmaya fırsat bulmasın.
Öncelikle gerekli olan yapılan yanlıştan dönmek ve pişman olmaktır. Bunun üzerine bir de iyilik gelirse kötü olan orada tutunamaz, hiç değilse zayıf kalır ve zehirli meyvelerini vermez.
Diyebiliriz ki, Sadi’nin yapıp-ettiklerinden iç dünyasına yerleşenler belki dış dünyasında kalanlardan daha kalıcı olacaktır. Sadi bu sürede kimi eski alışkanlıklarını pekiştirecek, kimilerinin ise yanlış olduğunu görecek, yeni şeyler öğrenecek ve bunlara bağlı davranışlar geliştirecektir. Bütün bunların sonunda yaptığı işler gelip geçecek, hatta inşa ettiği evi yıkılıp gidecek ama Sadi “ders”ler alacak, “tecrübe” kazanacak, yaptıklarından kişiliğine sinen şeyler Sadi’nin karakteri haline gelerek mezara kadar onunla yürüyecektir.
—————————————————————————-
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN (Teşekkür ederiz)
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)