-Evlâtlarım benim size söyleyeceğim pek bir şey yok, der, bazen bir misal verir veya bize basit gelen bir hikâye anlatırdı. Böyle anlarda biz de yakınında bir yere oturur, sesimizi çıkarmadan dinlerdik. Bunlarla aslında bize pek çok şey anlatmış oluyordu ama…
Babam hep şunu derdi: Ekmeğinizi paylaşırken büyük parçasını karşınızdaki verin. Bunu yapmakla, sadece iyi bir iş yapmış olmazsınız, onu da sizin gibi davranmaya teşvik edersiniz. O kişinin böyle davranacağına inanın, insana güvenin. Çünkü çok şey güvenle başlar. Birincisinde yapmasa bile ikincisinde öyle yapacaktır.
Elif adında bir komşumuz, Yusuf ve Ramazan adında iki de oğlu vardı. Bir gün babamla birlikte evimizin önündeki dut ağacının dibinde otururken Elif Teyzenin büyük oğlu Ramazan yanımıza gelip, biraz sıkılarak dedi ki;
-Abuzer Emmi bizim unluğumuz dünden bitti. Varsa, bize biraz unluk verır mısen? Harmanda veririz, dedi.
Babam kısa bir süre düşünür gibi oldu. Ne kadar bilmiyorum ama bana aylar, hatta yıllar gibi gelmişti. Babama güveniyordum. Bize, başkasına yardım elimizi uzatmamızı öğreten oydu. Yine de Ramazan’ın eli boş geri gitmesinden öyle korkmuş, öyle korkmuştum ki, içimden ağlayacak, hatta bağıracak gibi oldum. O kısacık anın içinden ne kadar zaman akıp geçti bilmiyorum! Bir su damlasının içine bir deniz sığar mı hiç! İşte öyle bir şeydi, o anda zaman!
Derken, bir ses duydum. Babam, abimi çağırıyordu:
“Oğlum Memet gel. Ramazan’ı al, gidin bir çuval unluk ver,” dedi. Abimle Ramazan ambara gittiler. Evin o tarafı karanlıkça olduğundan, gözleri alışsın diye biraz bekliyorlar. İçeridekileri seçmeye başlayınca, bakıyorlar ki orada, köşede duran bir tek çuval var. Onun da ağzı bağlı. Belli ki değirmene gitmek üzere hazırlanmış. Ramazan abime soruyor:
-Bundan başka buğdayınız yok mu?
Abim, “Yok” der. Bu, sade buğday değil, arpa ile karıştırılmış, değirmene götürecağız.
Ramazan’la abim döndüler ama yanlarında unluk yoktu. Babam, “hani çuval?” diye sorunca, Ramazan babama dedi ki:
– Abuzer Emmi, sizin de bir çuval kalmış, onun için almadım. Babam üsteledi:
-Ramazan, oğlum, sen al o çuvalı. Oğlum, “gidin getirin,” dedi abime bakarak. Ramazan da:
-Ben nasıl alırım Abuzer Emmi? Zatan ben alsam da anam almaz. Babam dedi ki, “Oğlum sen onu al, ben başkasından alırım. Ne kadar ısrar ettiyse de aldıramadı. Dinletemeyince, Ramazan’ın elinden tutup, “Gel evlâdım” dedi. Hep birlikte komşumuz Said Emminin evine gittik. Babam dedi ki:
-Sait, Ramazan’a bir unluk ver, kefili benim. Sait Amca, babamın bir dediğini iki ettirmeden bir çuval buğdayı çıkardı. Biz çocuklar hep birlikte, içimiz sevinç dolu Ramazan’ların evine götürdük.
Hayatım boyunca gördüklerim ve yaşadıklarımdan en fazla bu olay beni etkiledi. Ben yetişip çevremde olup bitenlerin farkına vardıktan sonra dul ve yetim komşusu olmanın ne demek olduğunu bu olayla anladım. Yokluğun, yokluğa rağmen başkasını düşünmenin ne demek olduğunu bununla öğrendim. Güven ve emniyet içinde yaşamanın, insanlara el uzatmanın hazzını ilk defa o gün tattım.
Size bir şey teklif edeceğim: Evlatlarınıza, hayatında bir kere de olsa merhamet etmeyi, yetimin elinden tutmayı, yoksulun dilini bilmeyi tattırın! Komşu hakkını, emniyeti, güven duygusunu yaşatın! Belki siz bunu yapmakla bir salkım üzüm vermiş olacaksınız ama inanın, sizin yapacağınız o bir salkımlık iyilik size ve topluma bir bağ olarak geri dönecektir!
Osman GEREM
—————————
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN’a teşekkür ederiz.
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)