Birimiz kalbimizin temiz olmasına, diğerimiz imanımıza güvenip güzel bir dünya hayali içindeyiz. Birbirlerine zıt görünseler de aslında bu tasavvurların ikisi de dünya hayatından yana aynı kapıya çıkar. Zira ikisi de yeryüzünde eylemsiz, zahmetsiz bir dünya hayali içindedir. Ne var ki insana çalıştığından başkası yoktur. Güzel bir dünya ancak inşa edilerek var olabilir ve her biri özenle seçilmiş ve güzelce yapılmış işlerle teşekkül edebilir.
Biliyorsunuz, iyi bir iş kolay meydana gelmiyor. Hani güzel bir şey düşünün. Kökü insanların gönlünde, dalları sayısız kişilere iyilikler ve güzellikler dağıtan işlerden biri olsun. Böyle bir iyilik dünya yüzüne gelmeden ve geldikten sonra çok güçlüklerle, engellerle, hatta kötülüklerle karşılaşır. Ama her halde en zorlu engeller o güzel işi yapacak olanın kendisinden kaynaklanacak olanlardır.
Bu bakımdan kişi bir işi yapmaya niyetlenirken egosunun (nefsinin) ona oynayacağı çok çeşitli oyunlar olduğunun farkında olmalıdır. İnsan nefsi bu oyunlarla kişiye o işi yaptırmaz ya da işin niteliğini bozar. Yapanın veya ondan yararlanacak olanların elde edecekleri faydayı azaltır. Egonun bu tuzaklarından bazılarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
Engelleme: Nefsin (egonun) insana oynayacağı ilk oyun “bu işe ne senin, ne de başkasının ihtiyacının olmadığıdır.” Ayrıca; “Sana ne! Sen ne karışıyorsun! Sana mı kaldı!” gibi telkinlerde bulunur. Ego (nefs) bununla yapmak istediğiniz faydalı bir işi engellemeye çalışmakla işe başlar. Buna karşı koyabilmek için kişi başından itibaren iyi bir ihtiyaç tespiti yapmalı ve işine kararlılıkla başlayıp sonuçlandırana kadar sürdürmelidir.
Erteleme: Sizi doğrudan engelleyemeyen nefsiniz yapacağınız işin ertelenmesini ister. Böylece ikinci oyun erteletme üzerine bahaneler üretmek olur. Erteleme egonun bize takabileceği yaman çelmelerden biridir. Erteleyen kendini aldatır ve insanlar bunu çok sıklıkla yaparlar. Erteleme (procrastination) bütün kültürleri, medeniyetleri ve dinleri kemiren hastalıklardan biridir. Onun için asla küçük görülmemelidir!
Ertelemeye karşı kişi başından itibaren iyi bir plânlama yapmalı ve plânını bozacak davranışlara yanaşmamalıdır. Ayrıca yapılacak bir ertelemenin başka ertelemeleri ve aksamaları da peşinden sürükleyeceğini, işlerin içine ve insanlar arasına fesat sokacağını bilmelidir.
Havalecilik: İçimizdeki canavarın bir başka oyunu var ki bizim gibi ülkelerde bu dalaverenin acısını çekmeyen yoktur: İşleri birbirine havale etmek! Nefsimiz; “Bunu o yapsın” yahut “O, bu işi zaten yapar, senin bir şey yapmana gerek yok!” gibi telkinlerde bulunur ve işin ortada kalmasına sebep olur! Sonunda, başkasından beklemekle o iş sadece yapılmamakla kalmaz belki bir dizi insan da birinin diğerine havale ettiği o işin mağduru olur!
Buna tedbir olarak da işlerin başından itibaren rol tanımları yapın ve o rolü kimin oynayacağını (işi kimin yapacağını) tespit ve tayin edin. Aman, ortak işlerde, iş devirlerinde, süreçlerin birleştikleri yerlerde, dirseklerde dikkatli olun! Çünkü en fazla kayıp, kaçak ve kazalar buralarda olur!
Acele etmek: Bunu da aştıktan sonra egonuzun kuracağı sonraki tuzak sizi acele ettirmektir. Burada da nefsiniz şeytanca yollar bulur. Mesela “Bu işi çabucak yap ki, şu işe de vaktin kalsın” diye dostane yalanlar uydurur!
“Acelecilik gayretin, himmetin ayağını kaydırır,” diyor bir büyüğümüz. Bundan başka kişi, acele ile yapılan işlerin olgunlaşamayacağını, istenilen düzeye ve başka işlerle uyumlu hale gelemeyeceğini bilmeli ve nefsinin bu isteğini de geri çevirmelidir. Aceleciliğin en akıllı düşmanı sabırdır. Nefsin bu hilesinin üstesinden ancak sabırla gelinebilir: Yap ve gözlem altına alarak bekle!
Gösteriş: Sonra şeytanınız, yapılan işin esas amacını unutturup o işi başkalarına gösteriş için yaptırmaya çalışır. Böylece işin niteliğini bozar, niceliğini değiştirir veya yapılan iş üzerinden gereksiz yere riyakârlık yaptırmak ister. Hatta öyle bir an gelir ki iş çığırından çıkıp tanınmaz hale gelir! Nefs, gösterişte başarılı olması halinde işin değerini düşürür, insanların ondan göreceği faydayı azaltır.
Kibir: Yapılan iş güzel bir neticeyle sonuçlandığında bu defa nefsiniz o iş üzerinden kibirlenmeniz için sizi dürter. “Büyük bir iş yaptın… Sen zaten büyük adamsın!…” diye aldatmaya çalışır. Hak Teâlâ gibi insanlar da kibirlenen ve büyüklük taslayanları sevmediklerinden şeytanın bu yaptığı hem yaptığınız işi hem de sizi herkesin gözünde sevimsiz hale getirir. Böylece belki yaptığınız işle bir iyilik yapmışken, kibirle de başka bir kötülük yapmış ve yaptığınız iyiliği de silmiş olursunuz. Bu tuzaktan da sakınmasını bilmek gerekir.
Aşırılık: Bir belâ daha var ki bu herhangi bir hastalığın kansere dönüşmesi gibi fazla gayret ve kibrin insanı aşırılığa götürmesidir. Bu tuzağa düşen kimse başkalarının yerine de hareket eder, onların iradelerini kısıtlar, şevklerini kırar, gayretlerini öldürür. Hatta öyle şımarır ve cehaletle aşırıya gider ki kimseye hiçbir şey bırakmaz, Allah’ın vazifesini bile kendisi üstlenir!
Gizleme: Şeytanın iş ortaklığını yapan nefsiniz kibirle aldatamadığı zaman sizi aşırı tevazuyla kandırmaya çalışır. İşin içine bir de riyâ (ikiyüzlülük) sokar. Böylece açık ve aleni bir işin gizli bir faaliyet haline gelmesine sebep olur. Bu durumda sizden, belki küçük bir gruptan başka kimse o işten yararlanamaz, sonuçlarından faydalanamaz. Böylece kimse sizden bir şey öğrenmez, hayır görmez. Yani “faydası kendine!” bir insan durumuna düşersiniz ki kimse yaptığı bir iyilikten sonra hatta hiçbir zaman bu duruma düşmek istemez. Biliyoruz ki evrensel bir değer olarak, insanların iyisi insanlara faydalı, hayırlı olandır.
Yukarıda saydığımız alışkanlıklar, arpa ve buğday gibi tarla bitkilerinde (hububatta) yabancı otlar ve hastalıklar gibidirler. Zararlı otlar hububatın hakkını yiyerek gelişmesini önler, ürün kayıplarına yol açar, kalitesinin düşmesine, verimin azalmasına sebep olurlar.
Yabancı, zararlı otların, mesela buğdaya göre – rekabet güçleri daha fazladır. Saydığımız bu alışkanlıklar da tıpkı zararlı otlar ve hastalıklar gibi işlerin gelişmesine ve güzelleşmesine engel olur. Güzel işlerinizi zayıf bırakır, onlardan gelecek fayda ve faziletleri azaltırlar. Hatta mesela zararlı otlar, tohumda veya tarlada engellenmeyip una karıştıklarında yediğimiz ekmeğin tadını, rengini, kokusunu bozarlar. Söz konusu olan bir hastalıksa bu zararları dışında başka sonuçlara yol açabileceğini zaten biliyorsunuz.
Sonuç olarak: İşlerinizde, ibadetlerinizde, projelerinizde, yardımlarınızda, sosyal-toplumsal kalkınma çalışmalarınızda şeytani bir kişilikten sakınır gibi nefsinizin (egonuzun) size oynayacağı oyunlardan, kuracağı tuzaklarından da sakının. Yapacağınız işler için öncelikle kâfi derecede araştırma yapın. Öğrendiklerinizi işlerinize aktarmayı da öğrenin. Yapacaklarınızı -basit bir liste halinde olsa bile- plânlara dönüştürün.
Bununla birlikte kendi aklınızı putlaştırmayın. Birlikte çalıştığınız insanların aklına da en az kendiniz kadar değer verin. İstişare edin. Siz, siz olun, istişareden, müzakereden asla vazgeçmeyin! İnsanlara güvenin. İstişare sonucu insanların sizi ne kadar yanlışlardan ve zararlı şeylerden koruduklarını göreceksiniz.
İşlerinizde dosdoğru olun. Ne yapıyorsanız yapın; ister X kuruluşunda genel müdür, isterse Y şehrinin Cumhuriyet mahallesinde temizlik işlerinde çalışıyor olun, yaptığınız işe saygı duyun ve işinizi saygın hale getirin! Küçük hesaplar peşinde olmayın ve büyük hesapta makbul olanın sizin ne yaptığınızdan çok nasıl yaptığınızdır.
Bütün bunlarla birlikte bireyci olmayın. Gereken her yerde insanlarla uyumlu çalışın, takım oyunu oynamasını öğrenin! Unutmayın, güç, kuvvet ve keramet birlik ve beraberliktedir! Sinerji, fayda ve bereket birlikten doğar.
——————————————————————————————————————————–
Bu yazının yazılmasında; İmam Gazali’nin Abidler Yolu (Semerkand, İstanbul, 2013) isimli eserinden yararlanılmıştır.
RESİMLER
Yarın Yaparım-Uygulama: www.medeniyetvakfi.org
Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN
Zaman yönetimi: www.slideshare.net
Yardım ve gösteriş: @Picswithastory
Acelecilik: İslam Ansiklopedisi: cokiyiabi.com
3 Comments
Nuri
25 Haziran 2016 - 00:20Süper
Mehmet Erdem
14 Ocak 2016 - 17:19Eskimeyen bir sözdür “Halimizden değil, fiilimizden mesulüz“.
Kim olduğumuzdan, kendimizi nasıl tanımladığımızdan, isimlendirdiğimizden ziyade işlerimiz ve eylemlerimizle bize yakışan sıfatlardır asıl önemli olan. Adımızın “şampiyon” olması yetmez gerçekten de şampiyon olabilmemiz için bir takımın parçası olarak çalışmamız ve haketmemiz gerekir.
Bunun için tek kişilik şovlar yerine “takımı oyunu oynamak,” sahip olmak yerine paylaşmak ve “paydaş olmak,” yönetmek yerine “yönetişim” deniyor artık. Bunlar değerlerimizde yok değil, hatta fazlası bile var. Zannederim mesele bu değerlere uygun davranışlar, alışkanlıklar, modeller geliştirmekte yatmaktadır.
Siteniz gerekli ve güzel bir yaklaşım içinde. Bu girişiminizden dolayı tebrik eder, başarılar dileriz. İnşallah sadece “güzel yazılar” yazmakla kalmaz, aynı zamanda gençlerimizin yetişmesi için bir ekol, okul haline gelirsiniz..
Rabia Gümüş
19 Aralık 2015 - 09:56Bu maddeleri topluca gösterebilmek için şöyle eşleştiriyorum:
Engelleme — kibir
Erteleme — acele etmek Havalecilik — aşırılık Gösteriş — gizleme.
Bu saydığınız tuzaklardan korunmanın veya az zararla kurtulmanın en etkili yolunun örnekleme/modelleme olduğu kanaatindeyim.
Kişi için bunlar soyut olarak kaldıkça hayata geçirmede problem yaşayabilir, zorlanabilir, iki uç arasında gidip gelebilir. Çevresinde bu tuzaklardan korunan hepsi olmasa da bir veya birkaç maddeyi şahsında örnekleyeceği kimseler (ya da hayatından kesitler okuduğu, öğrendiği, dinlediği kimseler) varsa ölçü kişinin zihninde somutlaşır. Bunun için bir de kişinin o davranışın gerçekten yapılması gereken bir davranış olduğuna inanması gerekir. İnanmadığı takdirde örnek fayda vermez.
Örneğini kötüden alıyorsa örneğini dahi geçer.
Teşhis ettiğiniz tedavisini söylediğiniz hastalıklar derman bulana kadar insanlar güzel ahlaka hayran, güzel ahlaktan uzak kalırlar.