Emanetten Adalete: Liyakat Temelli Bir Yönetim ve Toplum İnşa Etme

2 Comments 237 Views

İbrahim AKGÜN

Bu yazımızda insani değerler açısından büyük cevher yüklü olan liyakat konusunu işlemeye çalışacağız. Değerler insanlar gibidir, kendilerinden bekleneni ancak ilgili oldukları diğer değerlerle birlikte verebilirler. Biz de liyakatten azami derecede yararlanmak için bu yolu izleyecek, liyakatin birlikte olabileceği grup değerlerle çalışacağız. Bu metotla çalışırken, aşağıda mealini verdiğimiz bir ayet-i kerimeden yararlanacağız. Söz konusu ayet liyakati, “emanet” ve “adalet” gibi iki yüksek insani değerle birlikte vahyediyor. Liyakat temelli bir yönetim, düzen ve sistem kurmanın yolunu gösteriyor. Liyakati, “olursa iyi olur” değil, “olmazsa olmaz” bir dinamik haline getiriyor. İhtiyacımız olan da bu değil mi? Ne var ki ayetler sadece değerleri, kodları, koordinatları ve yapıtaşlarını verir. Verilenlerden yola çıkarak bilinmeyenleri bulmak ve bütün bunlarla sistemler kurmak, kabiliyet ve liyakat sahibi insanlar tarafından yönetilen toplumların işidir.

Ayetin getirdiği diğer yenilikleri yazımızın ikinci bölümünde ele almaya çalışacağız. Burada sadece şunu söylemekle yetinelim: Ayet sadece iyi bir düzen kurmak veya toplum inşa etmek için gerekli değerleri vermekle kalmıyor, aynı zamanda bu değerleri hayata geçirmek için gerekli olan yolu (usul, metot) da gösteriyor, metodoloji veriyor. Buradan usul (yol, metot) çıkarmak da yine insana kalmıştır. Şimdi referans ayetimizi verebiliriz:
“Şüphesiz ki Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emretmektedir. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz ki Allah duyandır, görendir.”
Amacımız bu ayeti tefsir etmek değil, onun yardımıyla liyakati daha iyi anlamak ve hayata geçirmenin yollarını aramaktır. Bu bakımdan liyakati, klasik dini metinlerimizde olduğu gibi uzun uzadıya anlatmak yerine, onu kuşatan emanet ve adaletle birlikte hizmet üretmek, sistem tasarlamak, buradan hareketle de liyakate dayanan adil ve erdemli bir yönetim ve toplum inşa etmenin yollarını aramaktır.

Emaneti Yüklenmeye Lâyık Görülen Liyakat Nedir?

Evrensel bir değer ve büyük bir görev yüklü olan liyakatin kısaca tariflerine bakalım. Türkçe sözlükler şunları söylüyor: Lâyık olma, uygun bulunma, yararlılık, değerlilik, ehliyet, iktidar. Lâyık olmaya sebep teşkil eden yetenek, yeterlilik, kifâyet. Stanford Encyclopedia of Philosophy’ye göre ise “Liyakat, değeri, kaliteyi, erdemi, mükemmelliği ve daha fazlasını ifade eder.” Gördüğünüz gibi liyakat eşsiz bir cevherdir ve onu tarif etmek için neredeyse bütün güzel kelime ve kavramları saymak gerekiyor.
Şimdi de, liyakati gerekli hatta zorunlu kılan emanetin ne manâya geldiğine bakalım. Genelde emanet kavramı, “Koruyacağına güvenilen birine bir şey bırakma. Geri alınmak/verilmek üzere, geçici olarak bırakılan şey/eşya. “Emanet, bu manalarının yanında insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları da kapsamaktadır. İslam Hukukunda ise emanet, Allah Teâlâ’nın gerek kendi hukuku, gerekse yaratıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.

Dr. Ercan ÖZÇELİK’e teşekkür ederiz

Fakat burada bizi asıl ilgilendiren şey, yukarıda verdiğimiz iki anlam grubu arasında kalan emanettir. Kamu düzeni, topluma hizmet ve insan hakları açısından emanet: Mesela bir kimseye, herhangi bir konuda verilen görev, yetki, karar ve yönetim hakkı emanettir. Bu bakımdan, şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, bütün yönetimler emanettir ve her yönetimin görevi adaletle sonuçlanan hizmet üretmektir. Peki, emanete bu açıdan bakmanın bir temeli, meşruiyeti var mıdır? Mesela referans aldığımız ayet-i kerime, emanet hakkında ne diyor? Evet, ayet-i kerime, emanetin doğrudan bu yönüyle ilgilidir. Ayette yer alan “ehline tevdi edilme,” “hükmetme” veya “karar verme” doğrudan yönetimin konusu olduğu gibi ayetin iniş sebebi de “kâbenin anahtarlarının kimde olması, bakım ve temizliğinin (yani hizmet yönetiminin) kimin yetkisinde olması hakkındadır. Diğer taraftan baktığımızda, “birine bırakılan bir şey, eşya veya mal” emanet ise çok kişiyi ilgilendiren (çok ortaklı şirketler, kooperatifler) mal, hizmet veya kamu hizmetleri (devlet idaresi) çok daha büyük ve sorumluluğu ağır emanetlerdir. Emanet, hizmet verecek insanların “liyakat” derecesine çıkacak kadar yetişmiş olmalarını, aynı zamanda yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılık yapmamalarını, yapanları önlemeleri gibi nitelikleri taşımasını gerektiriyor. Görülüyor ki emanet liyakatten önce geliyor ve ondan çok daha geniş kapsamlı ve derin bir konu.

Liyakat, emanet ve adaletle akraba olduğu gibi; aynı zamanda çok sayıda değer yargısını bünyesinde ve çevresinde toplayan bir değerdir. Öyle olmasa Cenab-ı Allah “Emanet” gibi ağır bir yükü liyakat sahiplerine “tevdi edin” der miydi? Mesela doğruluk, emaneti bilmek, her işte iyi niyet sahibi (iyi amacı) olmak, çalışmayı üstün değer bilmek, (eliyle kazandığından başkasını beklememek), başkalarının düşünce, emek ve çalışmalarına değer vermek. İnsanları ve işlerini hakkıyla değerlendirmek. Bildiğinden başkalarını da yararlandırmak. Kendisini başkasının yerine koyabilmek. İstişare edebilmek ve istişareden çıkan kararlara (söze ve sözleşmelere) sadık olmak. Adalete gidecek yolda ittifak edebilmek, yaptıklarımızla başkalarına zarar vermemek gibi sayısız değerler liyakatin kapsamına girer veya ona katkıda bulunur.
Ayet-i kerimede emanetle liyakatin birlikte anılması ne büyük bir hikmet ve isabettir. Böylece liyakat, felsefi bir mevzu veya lüks bir faaliyet olmaktan çıkar, emanete tabi olarak varlığı zorunlu hale gelir. Bu durumda liyakat, bir işte kurumsallaşma olduktan sonra ona eklemlenen bir kuyruk veya parça değil, her işin başından itibaren plânlanması gereken bir boyutu olur. Bu yazımızdan amacımızın inşa, düzen, sistem kurma olduğunu yukarıda söylemiş, değerler olarak yapı taşlarından bahsetmiştik. Şimdi daha büyük yapı elemanları elde etmeye çalışalım. Liyakatte, özellikle insana düşen görevler bakımından birkaç ilke tayin edelim:
1-Liyakatin kitaplarda yer alması hiçbir ihtiyacı karşılamıyor. Liyakat, ancak insanın kararlarında, işlerinde ve davranışlarında ortaya çıkınca fayda verir hale gelir. Böyle olmak zorunda çünkü yeryüzünün imar edilmesi insanın inşa edilmesiyle başlar. Buradan hareketle liyakatli insan eğitimli, birikimli, dengeli ve ölçülüdür. Öğrenmeye açık, açık toplumdan yana, bilginin ve insan çabasının değerini bilir. O, iş, ticaret ve yönetim ilkelerine uyan, hakkı gözeten bir yöneticidir. Yönetenlerden öyleleri vardır ki başarıları başkalarına hayatı zehir eder. Liyakat sahibi her durumda hak yemekten sakınır. İnsanlara farklı muamele etmez, herkes için aynı kurallar ihdas eder, onları giderek inşa edeceği sistemin içine zerk eder.
2-Liyakati edebiyat konusu yaparak, tavsiye ve nasihatten ibaret sayarak görevimizi yapmış olmayız. Toplumun ihtiyacı liyakatin hayata geçirilmesidir. Yüce Allah da ayetinde “Allah size emreder” diyor. Doğrusunu Allah bilir, yani “Ne yapın edin, liyakati insanların faydalanacağı bir dereceye getirin” demektir bu. Liyakat, insanların hakkını korumakta, düzen kurmakta ve adalete ulaşmakta bir zorunluluktur. İnsanın çabası ancak liyakatle değerlendirilebilir.
3-Aynı şekilde liyakat, devlet başkanı veya devletin üst kademeleriyle sınırlı tutulamaz. Zaten sosyolojik olarak da devletin bir kurumunda veya kademesinde aranan bir nitelik her kurum ve kademede olmak zorundadır, değilse devletin farklı organları arasında uyumsuzluk ve çatışma doğar. Liyakat, ya bulunduğu yerden diğer kurumlara da sirayet eder, giderek bir devlet geleneği haline gelir ya da bulunduğu kurumdan da dışarı atılır.
4-Liyakati, bireysel bir mesele olmaktan çıkarıp toplumsal olarak düşünmek ve yönetime dönüştürmek, buna göre yönetim sistemleri tasarlamak gerekir. Değilse adaletle yönetim iddiamız bir yana düşecek , laf ebeliğimiz diğer yana ve kendi coğrafya ve iklimlerimizde yönetimler bozulmaya devam edecek, adalet üretemeyecektir. İnsanın liyakate olan ihtiyacı bizi emanet ve liyakat üzerinden yönetim modelleri araştırma, tasarlama ve inşa etmeye götürmelidir: Nasıl bir yönetim istiyoruz? Liyakati, hayatın bütün alanlarına nasıl yerleştireceğiz? Bir sistem veya düzeni hangi ölçülere göre liyakatli sayacağız? Bu soruların cevaplarını aramak gerekir.
5-Emanetleri koruma ve liyakat isteğinin öncelikle halk arasında üstün bir değer olarak dolaşması gerekir. Çünkü – meşhur sosyolojik kural gereği – “bir halk nasılsa öyle yönetilir.” Bu bakımdan halk arasında en azından bütün bir kamu yönetimini liyakat değerleriyle işletecek kadar liyakat istek ve arzusunun olması gerekir ki kamu düzenini etkileyebilsin. Hatta devlet görevlileri liyakatten saptıklarında onları düzeltebilsin. Halk, liyakat sahipleri ve sistemlerine sahip çıkabilsin. Değilse, kamu yönetimini ellerine alanlar yalanla, hile ile aldatarak, boş ümitler, hayal ve hamasetle halkı arkalarına takar, liyakati unuttururlar.

Emanet ve Liyakati Birer Değer Olarak İşlemeye İhtiyaç Var Mıdır?

İnsanda ayağının bastığı yeri, elinin uzandığı şeyi mülk edinme temayülü (eğilimi) vardır. O, yalnız kendisine ait olanı değil, yönetimi veya üstünde karar verme hakkı kendisine bırakılanı da sahiplenir. Bu durum, “kendisine emanet edileni” belli bir yere kadar koruma duygusundan kaynaklanabilir ama bazen bu duyguyu aşar, sahiplenme başlar. Bu, entelektüel mülkiyette de böyledir. Başkalarının bilgilerini, tezlerini, fikir ve sanat eserlerini çalan insanların sayısı az değildir. Bazen de koruma karşılığı olarak kendisine verilenden (mesela maaştan) fazlasını hak ettiğine inanır. İşin sahiplerine aldırmadan giderleri artırabilir. İstanbul’da site apartman aidatlarında fahiş artış ve bundan kaynaklanan protestolar çok defa haberlere konu olmuştur. İşte burada emanet ve adalet gibi değerlere ve ölçülere ihtiyacımız vardır. Halk arasında, böyle istenmeyen durumları hatırlatmak üzere “Mahkeme Kadıya Mülk Olmaz” denir. Emanet konusu bu duygu ve düşüncelerden doğabilecek haksızlıkları önlemek için vardır. Bu bakımdan emanet değerinin bireyde inanç ve davranış, toplumda ahlâk haline gelmesi, yasaların daha etkin uygulanması, yaptırımların gelişmesi ve halk arasında sahiplenilmesi gerekir.

İnsanlar kendi yararına olan şeylere sahip çıkar, bunun için ölüm dâhil her şeyi göze alıp haklarını korur hatta bu işlerde ileri giderek başkalarının haklarını bile yiyebilirler. Mesela gün geçmiyor ki miras paylaşımı, ortaklıkta anlaşmazlık veya trafikle ilgili bir konuda kavga, döğüş hatta bazen ölüm haberi duymamış olalım. Peki, ama insanların herhangi bir yolla kendilerine emanet edilen, yönetimi, sevk ve idaresi kendilerine bırakılan, başkalarına veya bütün bir topluma ait mal, hizmet veya hakları aynı titizlik ve kararlılıkla koruduklarını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle hayır!
Hatta kimi ahlâk düşkünlerinin, yönetimi kendilerine emanet edilen mal veya hizmet işinde, hak sahiplerinin aleyhine aralarında alçakça iş birliği yaptıkları her zaman görülebilen durumlardır. Site, apartman, vakıf, dernek ve kooperatif yönetimleri, siyasi partiler, yerel veya merkezi yönetimlerde bu duruma sıkça rastlarız. Aynı şekilde, sözde “emaneti yüklenenler,” menfaatlerini korumak için hak sahipleri arasında hileli yollara başvurabilir, aralarına fitne sokarak onları kamplara bölebilirler. Aslı emanet olan bu işleri ehil insanlara yönettirmek onun için önemlidir. Öyle ki liyakat sahipleri üstlerine aldıkları emanetleri, adil bir şekilde yönetme ehliyet ve kabiliyetine sahip olmaları gerektiği gibi hak sahipleri aleyhinde vuku bulacak böyle hileli işleri de önleyecek yeteneklere sahip olmalıdır.
Böyle durumlarda ilgili kurumlarda, genellikle belirsizlik (bulanık su), ölçüsüzlük, kayırmacılık, düzensizlik, yetki-sorumluluk arasında dengesizlik, izleme, değerlendirme, denetim eksikliği veya hesap vermemek gibi negatif durumlar hâkimdir ve bütün bu durumlardan birileri menfaat elde ediyordur. Buraları aynı zamanda kavga alanlarıdır. Bu kavgalarda taraf olanlar birbirlerine nispet yaparak yaptıkları kötülükleri bile meşrulaştırırlar!
Liyakatsizlik, ulusal düzeyde daha da şiddetli şekilde yaşanabilir. Bu elbette daha yıpratıcıdır. Siyasi liderler, önemli pozisyonlara atama yaparken, milletin ihtiyacı olan liyakat yerine kendine sadakati önde, kişisel çıkarını milli çıkarların üstünde tutabilir. Böyle durumlarda halkın gördüğü zarar ve ziyandan kimse sorumluluk yüklenmezken, hesap sormak – vermek de zorlaşır, belki imkânsız hale gelir.
Liyakatsiz yönetimlerde üretilen mal ve hizmetler de kalitesiz, verimsiz ve kaynak israfına sebep olur. Hatta böyle yönetimlerde, liyakat gözetilmeden istihdam edildikleri için insanlar da niteliksiz olur. Böyle yönetimlerde emanetlerin asıl sahipleri, hizmet alanlar, belki bütün kamuoyu çeşitli açılardan zarar görür. Ülkede yönetim de bozulur, halkın yönetime olan güveni azalır.

Liyakat Tarihinden Notlar, Meritokrasi ve Osmanlı Devlet Düzeni

Liyakat konusu ilk çağlarda Doğuda Konfüçyüs, Batıda Plato ile dile gelir. Ancak her iki dünyada da bu devirlerden itibaren modern zamanlara kadar çoğunlukla devletin üst kademeleriyle sınırlı kalır. Liyakat, Aristo ile -felsefi de olsa – kamu hizmetleri ve adalet konusunu da kapsayacak şekilde biraz daha genişler. Fakat Çin, o güne kadar sadece akrabalık bağları ve aristokrat sınıfa açık olan bürokrasiye katılmayı 600’lerden itibaren ve uzun bir süre sınavlara bağlı olarak yürütür. Ancak tarihte ilk defa İslam Peygamberi (SAS), kabileden ve asaletten, erdem ve ahlâk temelli topluma ve kamu hizmetlerine bütün bir toplum olarak dönüştürmeyi başarır.
Osmanlının da devlet idaresinde liyakat sistemini uyguladığını görüyoruz. Avrupalı gezgin ve elçilerin “asalet sisteminin geçerli olduğu kendi devletlerine sıklıkla önerdikleri hususlardan birisi Osmanlının liyakat sistemi olmuştur.” Alman -Avusturya İmparatoru elçisi Busbeck (veya Busbeke) bunlardan biridir. 1554-62 yılları arasında, sekiz yıl İstanbul’da bulunan Busbeck, Osmanlıyı büyük bir dikkatle inceler ve bulduğu çok şeyi Avrupa’daki dostlarına dört uzun mektupla yazar. Mektuplarında yazdığı konulardan biri de devlet idaresinde liyakat konusudur:
Busbeck mektuplarında, “Türkiye’de şahsi meziyet ve kabiliyetten başka hiçbir şeye kıymet verilmez, nesep ve irsiyet bir şey ifade etmez. Herkes, liyakat, bilgi, ahlâk ve seciyesine göre bir mevkiye tayin edilir. Ahlâksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların başarısının ve bütün dünyaya hâkim olmalarının hikmeti budur.”*
Fakat Batı, kendi müktesebatından gelen ve diğer kültür ve medeniyetlerden öğrendiklerini günümüz Müslümanlarının yaptıkları gibi şan olsun, atalar için, nakil ve taklitle değil, sebepleri ve sonuçlarıyla almış, onlardan tezler, teoriler, uygulama modelleri, yönetim sistemleri çıkarmıştır.* Bunlardan biri konumuzla doğrudan ilgili olan meritokrasi’dir. “Meritokrasi; liyakate dayanan, fırsat eşitliğini savunan bir teori veya ideolojidir. Ayrımcılığa karşıdır, bireyin yetenek ve çabasına dayanmasını savunur. Buna göre başarının anahtarı, bireyin yeteneği, zekâsı ve çabasıdır.”**
Fakat günümüz Müslümanlarının, bütün çağdaş kolaylıklara rağmen toplumsal olarak Batıdan öğrenmeleri oldukça zorlaşmıştır. Hamaset ve milli egomuz ve “düşmanlık” bahanemiz buna engeldir. Aramızdan biri buna teşebbüs edecek olsa bile “İslamda var” veya “atalarımız da yapmıştı” cevabı çıkar karşısına yahut “Batıyı övdü” tepkisi onu susturur!
Yazımızın amacı ve formatı açısından bu fikirler üzerinde uzun uzadıya durmak yerine, biz bu konudaki ana fikri almakla yetiniyoruz: Liyakate dayalı bir toplum inşa etmek. Bundan sonraki yazımızda, bizce önemli bir deneme olarak, liyakati hayata geçirme, onun üzerinden liyakate dayalı yönetim sistemleri ve toplum inşa etme üzerinde pratik olarak durmaya çalışacağız. İmkânımız elverirse proje başlıkları teklif etmeye kadar gideceğiz.

ÖNE ÇIKAN GÖRSEL: Microsoft Designer_AI. Teşekkür ederiz/Thank you https://designer.microsoft.com/
GÖRSEL: Dr. Ercan ÖZÇELİK’e teşekkür ederiz. http://www.ercanozcelik.com/ehliyet-ve-liyakatten-neler-anliyoruz/?print=print

DİPNOTLAR
*Bkz. ERGÜL, Dr. Ergin; a. g. e. (TERZİ, Mehmet Akif, Türk Devlet Geleneğinde Bürokrasi, İstanbul 2015’den alıntıyla)
**ÇAMUROĞLU, Gülden; Meritokrasi. Araştırma Makalesi. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Yıl 2022, Cilt: 26 Sayı: 4, 269 – 312. 26.11.2022. https://doi.org/10.34246/ahbvuhfd.1174035  Ayrıca DERGİPARK’ta yayınlanmıştır. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ahbvuhfd/issue/73342/1174035
***Katılımcı Toplum (Participatory Society), Sözleşmeli Toplum, Çimkökleri Yaklaşımı (Grassroots Approach) veya konumuzla doğrudan ilgili olan “Meritokrasi” bunlardan birkaçıdır.

Yazıyı Paylaşırmısınız

About the author

A.Ü. DTCF mezunu. İngiltere, Sheffield Üniversitesinde Enformasyon Yönetimi, İsrail'de Kırsal Bölgesel Kalkınma Planlaması Post Graduate Study. Yayınlanmış çalışmaları: Söz İncileri; Divan Edebiyatından Seçilmiş Beyitler (2. baskı), Önce Söz Vardı; Fıkıh, Edebiyat ve Tasavvuftan Seçmeler. İlgi alanları: Yenilik, değişim, Gelişme. Uzmanlık alanı: Proje Yönetimi.

Related Articles

2 Comments

  1. Sebih

    Liyakati gayet açık ve gayet yeterli bir şeklide izah eden bir yazı olmuş. Son paragrafta ki “Fakat Batı, kendi müktesebatından gelen ve diğer kültür ve medeniyetlerden öğrendiklerini günümüz Müslümanlarının yaptıkları gibi şan olsun, atalar için, nakil ve taklitle değil, sebepleri ve sonuçlarıyla almış, onlardan tezler, teoriler, uygulama modelleri, yönetim sistemleri çıkarmıştır.”. Çok isabetl bir tespit olmuş. Kaleminize sağlık

    • İbrahim AKGÜN

      Sebih bey kardeşim yorumunuz için teşekkür ederiz. Yorumunuz yayınlanmıştır. Lütfen sayfamızdan ilginizi eksik etmeyiniz. Tekrar teşekkür ederiz. İbrahim AKGÜN

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked (required)

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.