Her kültür ve medeniyet kendi değerleriyle hayat bulur ve gelişir. Milletler veya medeniyetler, hizmet ettikleri değerlere göre düzen kurarlar. Onun için milletlerin gelişmişlik ölçüleri farklı olduğu gibi, gelişmeleri sonunda vardıkları yer de birbirinden farklıdır.
Değerler, kıymet hükümleridir. Toplumsal yapının, cemiyet olmanın temel taşları, hayat tohumlarıdır. İnanç nüveleri ve sosyal normlardır. İçlerinde hayat iksiri taşıyan kıymet hükümleri, aynı zamanda toplumların gelişmesinin, ileri gitmesinin veya geri kalmasının sebepleridir. İnsanlar yaşama gücünü bu esaslardan alır, ideallerini, amaçlarını ve hedeflerini bu değerlerden çıkarırlar. Hayatımız değerlerimize göre şekillendiği gibi insan gerektiğinde hayatını bu değerlere hasreder, hatta feda eder.
Biz bu yazımızda, erdemli bir toplum inşa etmeye yarayacak, insanın yararına, yaratılış amacına ve fıtratına uygun kıymet hükümlerini, bu hükümlerin hayata geçirilmesini ve değerler üzerinden bireysel ve sosyal gelişme yolunu arayacağız. Bu yazıyla amacımız, entelektüel gevezelik yahut kalem kavgası (polemik) yapmak değildir. Öyle ki, fertler kıymet hükümlerinin önemini anlasın, onlarla kişilik ve toplum inşa etmenin örneklerini görsün ve hayatını onlarla şekillendirsin.
Kıymet hükümleri bilinmeyen şeyler değildir. Ancak, çoğumuz onlara gereken anlamı yüklemekten uzak kalır, hak ettikleri değeri vermeyiz. Kıymet hükümleriyle nasıl hayat kurulabileceğini araştırmaz, hatta merak bile etmeyiz. Değerlerimize kusursuz şekilde inandığımızı zannederiz ama şahsi veya sosyal hayatımızı düzenlerken onların rehberliğinden yararlanamayız. Aralarında hiyerarşiler kurmaz, öncelikler üzerinde pek de kafa yormayız. Halbuki samimi olarak inanıyorsak kıymet hükümleri bizim inançlarımızdır. İnançlarımızın özü, mayasıdır. Arzularımız, emellerimiz, özlemlerimiz onlarda gizlidir. Onun için var olmamıza nasıl değer veriyorsak, kıymet hükümlerine de aynı değeri vermek gerekir. Her gün duyduğumuz veya dile getirdiğimiz bu değerlerin bazılarını aşağıda sayalım:
Bir olan Allah’a iman etmek, doğruluk, merhamet etmek, adalet, başkasının hakkını gözetmek, selamlaşmak, sözünde-vaadinde durmak, çalışmak, ilim aramak, israf etmemek, kendimizi başkasının yerine koymak, cemiyet kurmak, mü’minleri sevmek, insanları sevmek, yaratılmışları sevmek, yetimleri ve yoksulları gözetmek, affetmek, ağaç dikmek, aile kurmak… kıymet hükümlerine bazı örneklerdir.
Kıymet hükümlerini bilmek gerekir ama onları tek tek bilmek yetmez. Bir dine, felsefeye veya kültüre ait değerler birbirleriyle uyumlu, tamamlayıcı ve destekleyici bir bütün oluştururlar. İnsan hayatının belli alanlarına ancak birlikte anlam yükleyebilir, öncelikleri tayin ederler. Onun için kıymet hükümlerini birbirleriyle ilişkili ve bir sistem içinde anlamak gerekir. Bir hayat sistemi, yaşam tarzı, düzen, nizam ve denge kurmak, ancak birbirleriyle uyum içinde olan değerlerle mümkündür.
Değerlerden beklenen insani ve ahlâki olmaları, herkesin iyiliğine ve insanlığın mümkün olan en geniş kesiminin yararına olmalarıdır. Hatta insanın dünyasını kuşatan havanın, suyun, toprağın ve her canlının varlığını ve yaratılış amacını korumalarıdır. Öyle ki değerler, toplumun insani yoldan gelişmesine, sorunlarını çözmesine ve insanların huzur bulmasına sebep ve yardımcı olsunlar. Kıymet hükümlerini idrak etmeden yaşamak, insanı hayatın manasından gafil ve erdemli bir hayatın dışında tutar. Bir misal verelim:
Hasan Dayının keçisi kaybolur, aramaya çıkılır. Akşamın karanlığı çöküp hayvan bulunamayınca, evin oğlu imama gönderilir, kurdun ağzı bağlanır. Kaybolan keçi bulunduğunda veya ertesi gün akşama doğru hayvan hala bulunmamışsa, anne keçisini unutur: Oğlum koş, kurdun ağzını açtır, hayvan açlıktan ölmesin! der. Bu davranış, yaratılışın yüce amacı olan ve Allah’ın rahmetinden insanın payına düşen merhamettir. Basit olarak, merhametin hayata nasıl anlam ve değer kattığını ve hayatı nasıl şekillendirdiğini gösterir. Merhamet her şeyin ilkidir: Yaratılışın, besmelenin ve Fatiha’nın… Dolayısıyla hava gibi, su gibi bütün insanlara ve mahlukata gereklidir. Onun için inşa etme gücü büyük, evrensel ve kuşatıcıdır.
Ama bir kıymet hükmü, hiç durmadan akan zamanın, her dönemde yeniden şekillenen hayatın içine kendisi gidip yerleşemez. Hayata tarz veremez. Değerler, insanlar tarafından bilinçli şekilde hayata dâhil edilmeyi ister.
Müslümanların uzun zamandır zelil halde oldukları kimsenin meçhulü değildir. Bu halden kurtulmak isteyen, ne haksızlık yapmak, ne de haksızlığa uğramak istemeyen bir toplum, herhangi bir yolla değil, milli değerlerimiz üzerinden yeniden var olma yolu aramalıdır. Bunu, ancak kıymet hükümlerinin kendisinden ne istediğini bilenler; onlardan idealler, amaçlar, hedefler ve usuller çıkarmasını bilenler yapabilir. Onun için temel insani değerlerimiz hakkında bütüncü bir bilgimizin olması şarttır. Değilse, tam akıldan yoksun kalır, yolumuz doğru da olsa yarım akıllarla yaşarız.
Medeniyetimizi kuran ahlâki değerlerin farkında olmadan bulunduğumuz durumdan kurtulmak mümkün değildir. Farklı inançta olanlar bir yana, aynı sosyal normlara inanan aydınlarımız bile değerler üzerinden düşünmez, inançlarından hedefler ve usuller çıkarmasını bilmezler. Onun için de diledikleri şeylere öncelik tanır, canlarının istediğini hedef tayin eder, kolaylarına geleni usul bilirler. Bu yoldan yürüyünce topluma dışarıdan bakar, onu tepeden değiştirmeye kalkarlar! Hâlbuki insanın inançlarını ve değerlerini bilmeden, değerlerden kaynaklanan davranışlarını, alışkanlıklarını hesaba katmadan ne toplum açıklıkla anlaşılabilir, ne de ona yol gösterilebilir.
Daha açık söylemek gerekirse, Müslüman aydınlar, milli değerlerimizi esas alarak gelişme yolu aramayı küçüklük sayarlar:
Yalan söylememek, aldatmamak, komşuluk yapmak, iyilik yapmak, işini zamanında yapmak, iki günü eşit olmamak (iyi yönde sürekli tekamül içinde olmak), çığır açmak (yenilikler, yeni keşifler yapmak), ölçüye ve tartıya dikkat etmek, adaleti gözetmek ve selam vermek ….
Okumuşlarımız bu değerleri, inşa, ihya, ıslah ve yeniden yapılanmada dikkate almaz, milli hayatın ancak bu değerlerle kurulabileceğini akledemezler. Onun yerine, her şeye – elinde çekiç olanın aklıyla – siyasi yoldan çözüm arar, büyük meselelerle ilgileniyor görünürler! Böylelikle hem kendilerine sorumluluk yüklemeyecek bir yoldan yürür, hem de büyük adam gibi görünmeye çalışırlar. Daha da entelektüellik taslayanları Habermas, Bergson, Haideger ve Hegel gibi batılı filozofların teorilerini boş yere referans gösterir dururlar. Hâlbuki ilim, varlığı karmaşık yoldan anlama çabasından önce, basit ve pratik yoldan düşünmesini öğrenmektir.
Milli değerler bize amaçlarımızda olduğu kadar, usulde de sade, basit ve anlaşılır olmanın ve orta yoldan yürümenin yolunu gösterirler. Topluma tepeden değil, çimköklerinden yaklaşmanın usulünü öğretirler. Ferdi veya sosyal hayatı Sünnet-i Seniyyeye göre inşa etmenin veya Sünneti hayatın içine zerk etmenin biricik yolunu gösterirler.
Başka bir değer yargısı, iş ve ticaret hayatının ahlaki hükümlerle techiz edilmesi ihtiyacıdır. Halbuki Müslümanların, hayatın yüzde seksen-doksanını kapsayan iş, ticaret ve devlet hayatı vahiy almamış gibi boş duruyor. Buraları güzel ahlâkla inşa ve imar edilmeden Müslümanlara huzur yoktur, olmamalıdır da. Zira adalet bunu gerektirir. İnsanların çalışıp üretmediği, birbirlerini aldattığı, bir tek ahlâki kuralın yerleştirilmesi için parmağını oynatmadığı ama ömrünü başkalarını tenkit, atalara özenti içinde geçirdiği bir âlemde rahat edilemez. Hamasetle, taklit, tekrar ve ezberle, özentiyle, kendini başkalarına benzeterek yahut başkalarının yanlışları üzerinden tanımlayarak toplum olunmaz.
Bir taraftan ahlâk arayan bir dünya hayatı, diğer taraftan, hayatı ahiret ve ibadet değerlerine hapseden, ahlâkı arka plana iten, kapalı mekânlarda cennet arayan, ruhbanlık inşa eden bir dindarlık. Coğrafyamız, değerlerini İslam üzerinden almazsa, iş, devlet ve kazancın onda dokuzunu barındıran ticaret hayatına ahlâki değerler temin edemezse, dünyevi bir ahlâk inşa edecek yahut ihtiyaç duyduğu ahlâki değerleri başka kültür ve medeniyetlerden alacaktır, alıyor da.
Milli değerlerimiz nereden gelir, bu değerlerden nasıl faydalanabiliriz?
Kıymet hükümlerimiz bize vahiyle gelmiştir ama hiçbir zaman, sadece dindarları ilgilendiren kuru dini bilgilerden ibaret değildir. Kur’an ve Sünnetten hayatın içine akan ve bazılarını yukarıda saydığımız değerlerden birkaçını da burada sayalım:
Dosdoğru olmak; Hakikati aramak; Haksızlık halinde susmamak; Haram yememek; İnsana çalıştığından başkası olmamak; Emaneti bilmek; Hesap vermek; İyilik yarışmak; İlim aramak; İmar ve inşa etmek; İnsanın haklarını korumak; İnsanlara faydalı olmak; İyi ve güzel işler yapmak; İşini ibadet gibi tam ve zamanında yapmak; İbadetini tam, doğru ve zamanında yapmak. Güzellik (estetik) aramak; Okumak, Kalem’i bilmek; bildiğiyle amel etmek…
Yukarıda, değerlerimizle ilgili polemik yapmayacağımızı söylemiştik. O halde sözünü ettiğimiz değerleri saymakla iş bitmiyor. Bize lazım olan değer yargılarının hayata geçirilmesinin yollarını araştırmaktır. Bunun için yollar ve yöntemler aramak, kurumlar ve müesseseler inşa etmek ve kolaylaştırıcı önlemler geliştirmek gerekir:
Kıymet hükümlerinden, geldikleri halleriyle, yani sadece onları tekrarlayarak yararlanabiliriz ama sosyal değerler bu yolla giderek insan üzerindeki etkisini yitirir, faydası azalır. Zira değerler birer cevherdir, hayat cevheri taşıyan tohumlardır. Onları çekirdek gibi, badem gibi yiyebiliriz, ama ekerek, işleyerek, değer katarak daha iyi faydalanırız. Onun için insani değerleri alıp çimlendirmek, filizlendirmek ve yetiştirip meyvelerinden yararlanmakla daha verimli bir yol seçmiş oluruz.
Değer yargıları sadece inançlarımızın tohumları değil, aynı zamanda usul ihdas etmenin de kaynaklarıdır. Mesela sözünü güzelce söylemek, zor ve şiddet kullanmamak, zorlaştırmamak-kolaylaştırmak, ölçüleri ve tartıları gözetmek, aşırılıktan (ifrat ve tefritten) ve yeminlerden kaçınmak, sabırlı olmak, istişare etmek, haddi aşmamak; inandığını yaşamak, yapamayacağı şeyi vaad etmemek, yazılı bir hayat inşa etmek, müspet nazarla bakmak, öncelikleri bilmek, her yerde ve her işte ölçüyü ve dengeyi gözetmek gibi hükümlerin her biri, usul inşa etmekte rehberlik yapacak değerlerdir.
Tabiatta, toplumda, ticarette ve devlet idaresinde, her işte sürekli gelişme ve gelişerek dengeyi korumak önemlidir. Denge gözetilmediğinde, insan her an zamana yenilerek bir yöne meyledebilir yahut bir şeyi eksik veya fazla yapabilir, yaptıklarında aşırıya gidebilir. Bazen denge ve düzeni koruma adına insanlar yasaklarla çepçevre kuşatılır, kimsenin yeni bir şey yapmasına veya söylemesine izin verilmez. Bazen de yenilik, değişim ve gelişme adına hareket edenler iplerini koparır ve toplumu uçurumlara sürükler. Bu durumda usül olarak orta yolu, yasaklarla değil kıymet hükümleriyle gelişmenin yolunu aramak gerekir. İçinde yaşadığımız sistemi (düzeni, müesseseyi) dünyevi korkularımıza veya emellerimize göre değil, yine değerlerle test etmek gerekir. İnsani değerlerle test etmek sistemleri arındırır, olgunlaştırır ve geliştirir.
İnsanın her an yüz yüze bulunduğu tehlikelerden biri aklını tüm olarak veya tam kullanmamasıdır. Bunu isteyerek yapmayız, inançlarımız ve alışkanlıklarımız yaptırır. (Hayatları boyunca böyle yaşayan insanların sayısı az değildir) Mesela eksik bilgiyle, hatta yarım doğrularla karar vermek insana bütün aklını kullandırmaz. Kişi değerlerinin farkında değilse buna ihtiyaç da kalmaz. Onun için her zaman değerler dizisiyle hareket etmek ve beynimizin yarısını kullanılmaz hale getiren aldatıcı değerlere karşı dikkatli olmak gerekir. Bizi yarım akılla hareket ettiren hatta bazen aklımızı gideren bazı haller şunlardır:
Peşin hüküm sahibi olmak, bir işte niyetini gizlemek, acelecilik, öfkelenmek, bilgi sahibi olmadan işe girişmek, işi veya sorunu karşımıza almak, zanla amel etmek, duyduğunu tahkik etmemek, bir işe yalnızca bir cihetten (bulunduğumuz yerden veya bize telkin edilen yerden) bakmak, (doğru) kıyaslar yapamamak...
Mesela Âlim olan Allah (C.C.), kişinin amelini (yaptığını) niyeti üzerinden değerlendirir. Bu bir değerdir, ölçüdür, usuller usulüdür. “Aceleciliğin aldatıcı olmak gibi tabiatı vardır” der, Descartes. Onun için asla acele etmemek, her işte sabırlı olmak birer kıymet hükmüdür ve hayatı inşa etmekte önemli rol oynar. Peşin hükümlerden kaçınmak ve arınmak, bir işte niyetimizi etkileyecek zaafımız varsa, farkında olmak… İşlerimizde nispet yapmamak, bir işi yaparken asla ve katiyen başkasının yaptığını yıkmamak, bozmamak inşa faaliyetinde pek gözetmediğimiz, gerçekte önemli normlardır. Yapacağımız her işte bilgi sahibi olmak ve işi kendi tabiatınca (fıtratını bilerek) yapmak gerekir.
Doğu toplumlarının bozulan yapısı ancak kıymet hükümleriyle düzeltilebilir
Doğu toplumlarının sosyal yapıları bozulmuş, gelişmeleri durmuş, bu kültürlerde kötülüklere karşı koyma gücü azalmış, yer yer yok olmuştur. Böyle toplumlarda suç artarken, insanlar arasında güven azalır, durmadan arızi (patolojik) haller gelişir, fertlerin bir araya gelmeleri zorlaşır. Hatta birlikte çalışmak normalin dışına çıkar. Toplumların ortak değerleri azaldığından hizipleşmeler artar, hatta hiziplere göre yeni ve kısmi doğrulara dayanan ve ortak olmaktan uzak değerler türetilir. Bu süreçlerde oluşan kesimler arasına duvarlar çekilir. Bu durum uzun sürerse bir araya gelmenin yolları bile unutulur. Bu yol ve yöntemleri tekrar ve tek tek araştırarak bulmak ve yeniden inşa etmek gerekir. Mesela yüzyıllarca savaş içinde olan bütün bir Avrupa birlik içinde hareket ederken, doğu toplumlarından iki tanesi bir araya gelemiyor! Sadece Batı bırakmadığı için değil, aynı zamanda ve öncelikle değerlerini yok ettikleri veya onlardan yararlanmasını bilmedikleri için de birlik olamıyorlar. Onun için, coğrafyamızda yapılması gereken sorunları sayıp dökmek, hayıflanmak veya başkalarının yanlışları üzerinden bilgelik taslamak değil, sosyal hayatın dışına itilen değerleri bulmak ve çimköklerinden başlayarak yeniden hayatın içine yerleştirmek gerekir.
İslam coğrafyasında toplumsal yapıları bozan sadece İslam dışı değerler, hareketler ve etkiler değildir. Müslümanların temel değerlerini terk etmeleri, önceliklerini bilmemeleri ve değerlerinden hayat türetmesini bilmemeleri, dış etkilerden çok daha önemli ve önce gelen sebeplerdir. Sonradan edindiğimiz yarım doğrular veya toplumları geri bıraktıran değerlerin varlığını da unutmamak gerekir. Son dönem Osmanlı bozulması, onun üstüne gelen Cumhuriyetin ilk dönemindeki acımasız baskılar ve Müslümanların kendi içine kapanmaları sonucu bozulan toplumsal yapı, bu yapıdan çıkan kırık dökük parçalar (fırkacılık, tefrikacılık, hizipçilik, cemaatçilik vs), bu bozuk yapılardan çıkan yıkıcı, bozucu, geri bıraktırıcı değerler arasında şunları sayabiliriz:
Sadece dua ve zikirle saadet beklemek, yalnız kendini veya kendi hizbini düşünmek, mensubu olduğu hizbin menfaatini milletin ve ümmetin menfaatine üstün tutmak. Tedbirsiz ve yalnız tevekkülle yaşamak. Çalışmadan Allah (C.C)’tan beklemek yahut Allah (C. C.) yerine liderde, şeyhte ikbâl aramak. Siyasetle ifrat-tefrit ilişkisi içinde olmak. Her yeniliği ve keşfedilen her yeni şeyi “bi’dat” bilip karşı çıkmak. Bir fikre veya yere bağlanarak aklını kiraya vermek veya tümünü kullanmamak. Üretmemek ve bundan doğan boşluğu taklitle (lideri, batıyı, ataları…) kapatmaya çalışmak. Zorluk halinde mücadele etmek yerine, inzivaya çekilmeyi özendirmek… Bunlara, hiziplerin uzun zaman kullanmadıkları iradelerinin, hatta kişiliklerinin gelişmemiş olmasını, inançlarında sorgulamak veya dünya hayatını imar etmek gibi değerlerin olmamasını da eklemek gerekir.
Bu inançlar toplumun gelişmesine katkıda bulunmaz, hatta engel olurlar. Ayrıca, fertler veya hizipler, dünya hayatına hak ettiği önemi verip hayatı tanımadıklarından öncelikleri doğru tayin edemez, kimi zaman da değerler arasında denge kuramadıklarından hayatın dengesini bozarlar. İnananların önemli bir kısmı fert ile toplum, millet ile devlet, ibadet ile ticaret, cemiyet ile lider arasında orta yolu bulamıyorlar. Ölçüsüzlüğün en büyük ölçekte olanı ise İslam’ın omurgası olan Dünya-Ahiret dengesinin bilinmemesi veya vahiyle geldiği gibi korunmamasıdır: Buradaki can alıcı sorular şunlardır:
Dünya hayatı için ve ahiret için ne yapmalı, nasıl yapmalı, ne kadar çalışmalıdır? Allah (C.C.) için ne yapmalıdır? Kişi, kendisi veya başkaları için ne yapmalıdır?
Burada da temel değerler kılavuzluğunda yolumuzu aramak gerekir. Zira sosyal yapılarımızın temel taşları bu değerlerdir. Binasının yapı taşlarını tanımayan, onu tamir ve tadil de edemez. Hâlbuki hayatı değer yargılarıyla inşa edip, ölçüp biçecek olsa terazinin ihtiyaç duyulan kefesine birer ölçü birimi olan değerleri koymakla çok daha hassas ölçekte sistemler kurabilecektir.
Bir toplumun gelişebilmesi için sebepler lazımdır. Sebepler, dünya hayatı veya ahiret hayatıyla ilgili olabilir. Bunlar; dünyada ve ahirette iyilik bulmak, mutlu olmak, emniyet içinde yaşamak, kötülükten uzak olmak, adalet bulmak, yoksulları gözetmek, tabiatı, havayı, hayvanları veya diğer canlıları korumak gibi sebepler olabilir. Bunların her birinin arkasında en az bir tane inanç hükmü vardır. Değerlerin hayata geçirilmesinden itibaren bir oluşum zinciri başlar. Bu temel sebeplerden sonra insanların geçimini kolay ve emin yoldan sağlaması, insanın canının, malının, sağlığının, aklının ve neslinin emniyet altında olması, özgürlüklerin yaşanabilmesi ve adalet içinde yaşamak gibi gereklilikler gelir. Sonra da insanın çalışması, başkalarına hizmet, milletin, ümmetin ve vatanın emniyeti, kötülüğün ortadan kaldırılması-iyiliğin yayımı, her türlü haliyle yardımlaşma, güzellik (estetik) aramak gibi sebepler dizisi gelir. Bu sebeplerin her biri insanlığı bir yönden geliştirir ama bu süreçlerin başlaması için bütün bu sebeplerin tohumlarının insanın akıl, fikir, ahlâk ve ruh dünyasına yerleşmesi gerekir ki orada çimlenip, büyüsün, dünyaya tohumlarını saçsın ve meyve versinler. İşte bu yeni dünya insanın ruh alemine girer, orada alışkanlıklar geliştirir, yeni bir kişilik inşa ettirir. Sonra da ferdin kendi alemi dışına taşarak aynı yönde olan başkalarıyla yakınlaşarak, birleşerek, yavaş yavaş yeni bir alem (kültür, örf, cemiyet, medeniyet) tesis eder.
Bu itibarla, bu gün toplum yararına yapılacak önemli hizmetlerden biri, kök değerlerimizi inançlarımız arasına almak, önemini ve önceliklerini anlamak, nasıl hayata geçirileceklerini ve nasıl hayat vereceklerini araştırıp yaşamaktır. Bütün bunlar, insanların bir araya gelmeleri ve yeni bir iklim inşa etmeleri ihtiyacını ve usullerini de beraberinde getirir. Bu yolda bilinenleri (sünnet) yaşamak, unutulanları canlandırmak ve yeni yollar keşfetmek gerekir. Zira toplumda olup bitecek her şey çimköklerinden[i] başlar. Bir yenilenme veya inşa hareketi ancak çimköklerinden başlarsa gerçekten hayat bulabilir ve sürdürülebilir. İslam kıymet hükümlerinin hayat verici olması, sadece hem dünyevi, hem uhrevi olmaları değil, aynı zamanda oluşumların köklerinde yer almalarıdır. Onun için bu değerleri, mesela temiz olmayı, helal kazancı, çalışmayı, başkalarının hakkına el uzatmamayı, gayretli olmayı, azimli olmayı, komşuluğu, zekat vermeyi ve yardımlaşmayı sadece dini emirler olarak değil, aynı zamanda sosyal yapılanmanın ilk ve olmazsa olmaz basamaklarından kabul ederek, toplumu bu değerlerle beslemek ve kendini yenilemenin imkânlarını hazırlamak gerekir.
Erdemli bir toplum inşa edebilmek için temel değerleri sosyal gelişme kuvvelerine (dinamik) dönüştürmek, başka bir deyişle değerlerden sosyal, siyasi, ekonomik ve hukuki gelişme dinamikleri çıkarmayı gerektirir. Basit ve sade bir örnek verelim: Sosyal değerleri çimlendirmesini ve yetiştirmesini bilen bir toplumda selamlaşma, yardımlaşma ve komşuluktan sosyal ilişkiler ve sosyal hayat; çalışma, zekât verme ve infak etmekten ekonomik dinamikler doğar. Aynı şekilde insanlara hizmet, iyilikte yarışma ve adalet fikri siyasi hayata ruh verir; hak, adalet, nizam ve intizam fikrinden hukuk gelişir; “Allah (C. C.) güzeldir” ve “sözünü güzelce söylemek” gibi kıymet hükümlerinden ise sanat ve estetik filizlenir.
Cemiyet (erdemli toplum) inşa etmeyi gaye edinen, bundan sonraki safhada, temel değerler arasından öncelikli, elzem ve uygulanabilir olanları seçecek, her bir değer yargısını ayrı veya birlikte uygulamak için bir politika geliştirecektir. Sonra da seçtiği değerlerden amaçlar çıkaracak, hedefler tayin edecek, bunları planlayacak, projelendirecek, uygun paydaşlar bularak uygulama yolunu aramalıdır.
Biraz daha ayrıntıya inersek; temel değerlerden teferruata dair değerler, davranışlar ve ölçüler çıkarılır. Buradan da kurallar ve ilkeler çıkar. Bütün bunlar fertleri ve toplumu şekillendirir:
1-Fertlerde davranışlar ve alışkanlıklar gelişir ki, basit zannettiğimiz bu şeyler insanın bütün hayatını değiştirebilir. O insanı başına buyruk olmaktan çıkarır, sorumluluk yükler ve diğer insanlarla olan münasebetlerini şekillendirir.
2-Sosyal alanda ise, diyelim ki “istişare etme” hükmünden çeşitli iletişim, görüşme, buluşma ve toplantı teknikleri çıkar. Bunlar da çok çeşitli yönetim şekilleri doğurur: Büyüklü-küçüklü müesseseler, kurumlar, hiyerarşiler, meclisler, kurullar, daireler ve müdürlükler olarak ete-kemiğe bürünür.
3-Başka büyük bir kıymet hükmü de, İslamın büyük ve temel değerlerinden biri olan “Emr-i maruf, nehy-i münker” (İyiliğin yerleştirilmesi, kötülüğün men’edilmesi) emri ve değer yargısıdır. Bu emir, sağlıklı bir toplum inşa etmenin veya toplumun sosyal sağlığını arttırmanın önemli yollarından biridir. Bir sosyal kanundur, büyük bir metodolojidir. Öylesine hayat doludur ki, kötülükten men’etmeyi terk etmiş bir toplumun akıbetinden emin olunamaz. Bu bakımdan, bir toplum beka istiyorsa, kötülükleri yok etmeyi ve iyilikleri yaymayı öğrenmeli ve sürekli canlı tutmalıdır.
Elbette değerleri uygulamanın, örneğimizde kötülüğü, hatta her kötülüğü önlemenin usulü, yolu ve yordamı vardır. İnsanların kötülüğü önlemekte iradelerini kullanması, olaylara yerinde, zamanında ve uygun şekilde müdahale etmesi, iradelerini birleştirmelerinin şartlara uygun yol ve yöntemlerinin bulunması gerekir. Mesela, insanın veya toplumun zararına bir işe nasıl müdahale edilir, nasıl bir dil kullanılır, sonuç alınması ve müdahalenin fesada yol açmaması bakımından önemlidir. Fakat bütün bunlardan daha önemlisi, müdahale edilmesini gerektiren inanç esaslarının bulunması ve müdahaleyi meşrulaştıran hatta zorunlu hale getiren bir ahlâk ve kültür ortamının bizatihi inşa edilmesidir. Bunun için de usuller, esaslar ve modellerin bulunması ve yayımı gerekir. Yol, yöntem geliştirmek kötülüğü önlemek kadar, belki ondan değerlidir. Zira bu, usulle ilgilidir, birine, bir balık vermek yerine, balık tutmasını öğretmek gibidir. İnşa etmenin usulü Sünetullah ve Sünnet-i Seniyye ile yakından ilgili, onunla iç içedir. Usullerin, metod ve metodolojilerin sünnetten çıkarılması gerekir. Sünnet, hadis ve usulle ilgili ayetler bunun için gerekli, hatta vazgeçilmezdir.
Coğrafyamızda insani değerlerle cemiyet inşa etmenin önemi ve önceliği
Coğrafyamızın toplumsal yapısının bozulduğunu, kötülüklere karşı koyma gücünün azaldığını yukarıda söylemiştik. Bu güç yitimi sonucu fertler tek başına bir şey yapamadığı gibi, toplumsal irade ile de kayda değer şeyler yapmak mümkün değildir. Onun için bu toplumlarda, mesela Türkiye’de her şey tepeden ve zecri tedbirlerle başlatılıyor ama yapılanların büyük kısmı tutmuyor, tutan gelişemiyor, bodur kalıyor, meyvesiz ağaca dönüşüyor. İki misal verelim:
-AB’den alınan normlarla ve tepeden inmeyle, 2009 yılında başlatılan, çadırlar dâhil, kapalı mekânlarda sigara içme yasağı, şekli olarak giderek genişletildiği ve sözde özel araçları bile kapsar duruma getirildiği halde, konu hâlâ Türkiye’nin önemli meselelerinden biri olarak duruyor. Bazı havaalanı tuvaletlerine girilmiyor. Muhafazakâr yeni zenginlerin yoğunlukta olduğu Ankara Balgat ve Çukurambar’daki sosyal mekânlarda bile sigaradan oturulmuyor.
-2018, Ağustos ayında, sosyal medyada dolaşan bir videoda, bir yeraltı treninde, insanı her yönüyle dehşete düşürmesi beklenen sözler duyuldu! Bir erkek, yer tartışması yüzünden çıkan münakaşada, insanlarla dolu bir vagonda, bir kadına (Haşa!) “K……!,” “Sen k……sin!” diye bağırıyor. Türkiye’de büyük infiale sebep olması gereken bu dehşet sözlere orada bulunanlardan veya toplumun başka kesimlerinden hiçbir ses çıkmıyor!
Bu rahatsız edici durum, coğrafyamızda insani yoldan bir arada yaşama yollarının bulunması ihtiyacını, önemini ve aciliyetini ortaya koyuyor. Bir kadının onurunun, izzetinin ve namusunun çiğnenmesi bütün kadınların onurunun çiğnenmesi gibidir. Faziletli ve sağlıklı bir toplumda, bu çirkin olaya şahit olan insanlar, bu dehşet küfürleri duyduktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi oradan çekip gidemezler. Müslümanlar, bir kadının kendi rızasıyla yaptığı gayri meşru bir iş veya ilişkiye karşı çıkar da, aynı kadının maruz kaldığı dehşet bir haksızlık ve ahlâksızlığa nasıl sessiz kalırlar!
Erdemli bir toplum (cemiyet) inşa etmenin zor yanı ahlâki olandır. Faziletli bir cemiyet inşa etmek de ancak ahlâki değerlerle mümkündür. Haksızlığa arkasını dönmeme, kötülükleri meşru ve etkin şekilde önleme, adaletsiz yöneticiye karşı susmamak, insanların kendini başkasının yerini koyması, çirkin bir sözden, o söz kendisine söylenmiş gibi rahatsız olmak, tahakkümü ve özgürlüklerin kısıtlanmasını önlemek, aldatma, gasp ve hak yemenin önüne geçmek, erdemli toplumların bazı vasıflarıdır. Ne var ki, bu erdemler kendiliğinden toplumda yer etmez. Onları insanlar, yaşayarak hayata geçirir: Şehirli (medeni) bir toplumda, komşu komşuyu görüşüyle rahatsız edemez, güneşini kesemez, ev içi gürültüsü, arabası veya çöpleriyle rahatsız edemez. Esnafın hileli mal satmasına izin verilmez, akrabalıklarda, ortaklık ve gönüllü çalışmalarda insanlar birbirlerinin haklarını yemezler.
Ne var ki, bir kıymet hükmü durup dururken bir toplumda kural haline gelmez. Bir şeyin insanlar nezdinde değer kazanması için herhangi bir şekilde bedel ödenmesi gerekir. İnsani değerler, öncülük edenler tarafından topluma teklif edilir, bedel ödemek gerekiyorsa öncülük edenler öder. Önem yüklenmesi zamanına kadar sıradan olan o şey ancak bu süreçte kıymet hükmüne dönüşür. İnsanların inançları arasına girmesi, ona uygun davranışlar geliştirilmesi, herkeste alışkanlık, toplumda örf ve adet haline gelmesi için çalışmak gerekir. Bir alışkanlığın yerleşmesi için kimi meditasyon yapar, kimi onu sevap, iyilik, ibadet gibi yerine getirir, kimi de insanlar arasında itibar elde etmek için. Tabiidir ki, her birinin karşılığı niyetine ve ameline göredir. Fertlerin kişiliği böyle gelişir, milli bir karakter böyle inşa edilir. Sosyal imar ve inşa böylece ve aşağıdan gelişir.
“Başkası”na yapılmış kötülük, verilmiş zarar, kişinin kendisine veya bütün topluma yapılmış gibi rahatsız olunmuyorsa, o şey ahlâki hüküm haline gelmiş sayılmaz. Toplum veya üyeleri inandıkları bir şey için fedakârlık yapmadıkça, uğruna zarar-ziyana katlanmadıkça, o şey aralarında ahlâki değer haline gelmez. Bedel, bazen toplumun zararına gibi görünebilir ama insanlık nezdinde herkes yapılandan kazançlı çıkar: Mekke’nin fethinden sonra, Hâlid ibn Velîd komutasında bir tebliğ heyeti, askeri birlik eşliğinde, Benû Cezîme kabilesine gönderilir. Ancak bir yanlış anlama sonucu Hâlid, daha önce Müslüman olmuş kabile mensuplarını tutuklayıp, sonra da kılıçtan geçirilmesini emreder. Birlik Medine’ye döndükten sonra durumu öğrenen Hz Peygamber, Hâlid’i fena halde azarlar ve mağdur kabileye yüklü miktarda kan bedeli öder. M. Hamidullah’ın yazdığına göre([ii]), “dökülen insan kanının yanısıra, köpeklerin su içtikleri kırık çanakların bedeline varıncaya kadar tüm zararların ödenmesi için” Hz Ali’yi görevlendirir. Ayrıca “‘Bizim bilmediğimiz daha ne kadar zarar ziyan varsa hepsi için’ diyerek fazladan bir tazminat ödenmesini” emreder. İnşa edilmekte olan bir toplumda değerler böyle yerleşir, hassasiyetler böyle gelişir, kudsiyetler böyle oluşur. Adalet böyle inşa edilir. Cemiyet böyle inşa edilir. Bedevi toplumu böyle medeni ve erdemli topluma haline gelir.
Cemiyet inşa etmek ve sosyal imar ancak ahlâki değerlerle olur. Ahlâki değerleri yerleştirmenin bedeli bazen insanın malı, canı ve kanı pahasına olabilir. Zira insanlığa, Allah’a iman etmekten sonra en çok gerekli ve faydalı olan şey, ahlâk ve adalettir. Halk arasında en büyük ortak payda da ahlâki değerlerdir. Toplumları olduğu gibi medeniyetleri de ahlâk kurar. Ahlâki değerlerle inşa, İslam’ın esas ve evrensel usulünü de beraberinde getirir: Çimköklerinden inşa. Çimköklerinden inşa, halk arasında filizlenen, aşağıdan yukarıya yürüyen ve büyüyen cemiyet inşa etme veya iyileştirme yoludur. Sünnet-i Seniyye usulüdür, İslam’ın temel kuvvelerinden (dinamikler) biridir.
Onun için çimköklerinden inşa ve imar etmenin gerektirdiği usullerin ve modellerin geliştirilmesi ve halka yayımı hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar değerlidir. Üzülerek söylemek gerekir ki, aydınlarımız her şeyi siyasi gözle görmekten, rakiplerini veya karşıtlarını tenkitten, başkalarının kusurunu araştırmaktan, hamasetten yüz çevirip, en önemlisi de kibirlerini bırakıp cemiyet inşa etmenin bu mütevazı yollarını göremiyorlar. Sadece kibirlenmeleri, haset ve tecessüs etmeleri bile Sünneti görmemeleri ve tanımamaları, bunun sonunda geri kalmaları ve toplumu geri bırakmaları için yeterlidir.
Diriliş arayan, cemiyet inşa etmek veya toplumun sosyal sağlığını geliştirmek isteyen, temel değerlerden ve çimkökleri inşa usulünden yola çıkarak insanlar arasında yeni iletişim teknikleri ve insani münasebet usulleri bulmalı, bunlardan anlaşma, yakınlaşma, yardımlaşma, ara bulma, istişare ve insan yetiştirme usulleri çıkarmalıdır. Aynı şekilde halk arasında cari olan teknikleri ahlâki değerlerle ıslah ederek sosyal yapıların duyarlığını ve sağlığını arttırmak da mümkündür. Diğer taraftan, her kıymet hükmünün veya hükümler dizisinin gerektirdiği örgütlenme modelleri, yollarını ve araçlarını geliştirmek gerekir. Yine çimköklerinden hareketle, halk arasında birbirini daha iyi anlama, yardımlaşma ve dayanışma, komşuluk hukuku tesis etme, yoksullara ve yaşlılara yardım amaçlı faaliyetler, karşılıklı etkileşim içinde (interaktif) yerel sistemler kurma, halkın tümüne açık olan sade, basit örgütlenme modellerini bulmak için çalışmak gerekir. Bütün bunları ete-kemiğe büründürmek için vakıflar, dernekler, gruplar ve birlikler kurmak, cemiyet inşa etmenin birinci nesil faaliyetlerdir. Toplumsal yapılanmanın mayalanmış, yoğrulmuş hamurudur. Takip eden yapılar bunların üstüne gelir.
Milli bir hayatın doğması, hayatın alt alanlarının, bu şekilde tek tek inşa edilmesiyle, bu alanların da kurumlara ve müesseselere dönüşmesiyle olur. Sağlık müessesesi, insanın yeme ve içmesi, komşuluk müessesesi, lisan müessesesi, adalet müessesesi, vergi veya zekât müessesesi vs… böyle doğar ve gelişir.
Sonra gelen safhalarda ise, üretim, dağıtım ve temin amaçlı kooperatifçilik, faizsiz borç alışverişlerini mümkün kılan yerel iktisadi birlikler, yardımlaşma sandıkları kurulabilir. İnsanları evirip, çevirip soymak için sosyologlar, psikologlar ve hukukçular çalıştıran, bu yanıyla bakılınca birer profesyonel suç örgütleri olan devasa karteller ve bankalar karşısında fertleri yapayalnız bırakmak ancak ahmakların yapabileceği bir şeydir. Yerel kaynakları her bakımdan daha iyi değerlendiren faaliyetler, insan sağlığının korunması, yemesi, içmesi, giyinmesi ve barınma amaçlı mesleki ve yerel tabanlı dayanışma faaliyetleri, giderek milli düzeye çıkan ve milli düzeyde oluşumlarla ilişki içine giren mahallede hayat bulacak ve insanlara hayat verecek faaliyetler…
İbrahim AKGÜN
DİPNOTLAR
[i] A’la Suresi bir şeyin var olması, kendini tekrarlaması ve ölmesinin kökler etrafında döndüğünü haber verir ve “çimkökleri” mecaz ve misâliyle açıklar:
“O ki, [her şeyi] yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir; O ki, [bütün mevcudatın] tabiatını belirlemekte ve onu [hedefine doğru] yöneltmektedir; O ki, yeşil ot(ları) çıkarmakta ve sonra on[lar]ı kara-kavruk kök haline getirmektedir.” (A’lâ Sûresi, 2-5)
Bildiğimiz kadarıyla bu ayetin tefsirlerimizde mera ve yine çim olarak zikredilmekten öte bir anlamı yoktur. Ancak İngilizcede “çimkökleri”nin tam karşılığı bir kavram, kavramın zengin bir anlamı ve buradan doğan terkipler ve deyimler vardır: Grassroots (grass-roots şeklinde ayrı da yazılıyor)
-Ayetler, bir yaratılışın, uyanma ve uyku dönemlerinin köklerde cereyan ettiğini, bir işin şeklinin, tabiatının ve hedefine yöneltilmesinin köklerin hafızasına yerleştirildiğini, ayrıca bu hallerin köklerden (aşağıdan) dallara, budaklara, yapraklara ve meyvelere doğru cereyan ettiğini mi anlatmaktadır?
-Buradan bir bakış açısı, bir zihin modeli çıkar mı? Ayetlerle anlatılanlar sosyal yapı için örnek alınabilir mi?
Grassroots’un iki ünlü (Meriam Websters, Redhouse) İngilizce sözlüklerdeki karşılıkları: temel, esas, kökten. Toplumun veya bir müessesenin temeli. Tamamen yeni, bir şeye eklenmemiş veya bir şeyden elde edilmemiş. Halk desteği, siyasi halk desteği, halktan kaynaklanan. Halka yakın, kökleşmiş, bilhassa taşra halkı ve seçmenleri. Bir ülkenin standart seviyedeki vatandaşları. Halk hareketi, tabandan gelen halk hareketi. Halk desteği, halk düzeyinde.
Bu ayetler bize var olmanın ve ölmenin, kaybolmanın ve görünmenin köklerde cereyan ettiğini anlatmaktadır. Bu sosyal bilimlerde örnek alınabilir mi? Elbette. Allah C. C. Boşuna misal göstermez. Peki, çimlerde, köklerde olan, milletin hayatında nelere tekabül eder? Mahalle düzeyinde, sokak seviyesinde halk arasına denk gelir. Zaten grassroots teriminin anlamı da buna tekabül etmektedir.
Allah’ın usulü misal alınarak, toplumda tutması ve sürdürülmesi istenen bir şeyi halk arasında kökleriyle yerleştirmek yahut kalkması istenen bir şeyi köklerinden sökerek çıkarmak için halk arasında, çimköklerinde başlatmak gerekir.
[ii] Prof. Dr. Muhammed Hamidullah; İslam Peygamberi; Hayatı ve Eserleri. Çev. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZGAN. (Sayfa: 401) Beyan Yayınları. İstanbul, 2016.
GÖRSELLER
Values (değerler) tasarım: Individual and Team Work Values (Thank you, teşekkür ederiz) http://anagilemind.net/2017/10/23/individual-and-team-values-workshop-facilitators-guide/
Community building: https://www.google.com.tr/search?q=community+building&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwj9jpf6r6zeAhUMiiwKHSZOAsIQ_AUIDigB&biw=1280&bih=579#imgrc=WeeDtuJVpMydyM:
Çimlenme tasarımı: Thankyou, teşekkür ederiz https://www.youtube.com/watch?v=ro8Z9qIlWjM
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)