İnsanlar, kendileri için inşa ettikleri fiziki, coğrafi, sosyal ve kültürel iklimlerde yaşama imkânı ararlar. Sade bir dille ifade edecek olursak biz bu arayış ve yapılara toplum, devlet, düzen ve sistem gibi isimler veririz.
Yeni kurumlar veya kültürel iklimler inşa edebilmek için bu sistemlere ruh verecek değerlere veya inançlara ihtiyacımız vardır. Model veya sistem dediğimiz şey meşruiyetini bu değerlerden alır ve onlardan beslenir. Mesela, insana ne kadar değer veriyorsak ona göre hukuk sistemleri, insanın ne olmasını istiyorsak eğitim sistemleri kurarız. Eğitim modellerimiz ideal insanımızın yeryüzündeki misyonuyla ilgili değerlerimiz ne ise ona göre şekillenir. Bunu bir kere daha ve basitçe örneklemeye çalışalım:
Bireye tanıdığımız özgürlük hakkı; insanın düşünme, konuşma, kendini ifade etme, inandığını yaşama ve mahremiyet hakkı (özel hayat) gibi inançlarımıza dayanır. İnanç kaynağında yeri olmayan bir hakkın sosyal yapıda veya hukuk sisteminde yer alması düşünülemez veya eklenti olur. Diyelim ki; inandığımız değerler, insanın ibadet etmesini istiyorsa ona ibadet imkânı tanırız. Buna karşılık biri, “ibadetin zararlı olduğuna” inanıyorsa onu ibadetten uzak tutmanın yollarını arıyor, hatta iddia sahibi bu yolda işini kolaylaştırmak için kendisi yeni ibadet yolları bile keşfedebiliyor! Bütün bunları inandığımız değerlere göre ve onlar uğruna yapar, yine o değerler adına karşı çıkarız.
Ama inandığımız değerlerin de bir kaynağı vardır. Her kültür veya medeniyet değerlerini bu kaynaktan alır. Oradan-buradan alınmış, derme-çatma değerlerle sistemler kurulamaz. Böyle bir sistem, tutarsızlıklar ve unsurların (diyelim ki kurumların) çatışmalarıyla doludur. Bunun sonucu olarak böyle sosyal ve kültürel iklimlerde kavga eksik olmaz. Sistemi oluşturan unsurların her biri bir kültürden geldiği için hep birlikte çalışıp bir sistem haline bile gelemezler. Modern zamanların Türk devlet sistemi bu karmaşıklık ve çatışmaların iyi bir örneğidir.
Din veya felsefe temel değer kaynaklarımızdandır. İnsanlığı milletler veya ümmetler halinde yaşatan kültürler ve medeniyetler çoğunlukla dinden veya felsefeden doğar ve yine bu kaynaklardan beslenirler. Zaten büyük insanlık medeniyetleri olan Hind, Çin, İslam Medeniyeti ve Batı Uygarlığının her biri özünde birer dinden kaynaklanırlar. Bu büyük sistemlerin üzerine az veya çok felsefe (kabaca insan düşüncesi) eklendi.
Ne var ki bugün din ve felsefe ile olan bağlarımız zayıflamış durumdadır. Artık ne dinden, ne de felsefeden gereği gibi yararlanamıyoruz. Türkiye son yüzyıllarda Batı felsefesinden iyi veya kötü çok şey aldı. Osmanlı zamanında ölçü ile başlayan “alma” işinin, Cumhuriyet devrinde endazesi kaçtı. “Alma” işinde, ne yazık ki Batı üstünlüğünü kötüye kullandı. Bu coğrafyada gayri insani düzenler kurdurdu. Bu durum Batıyla aramızdaki perdeleri kalınlaştırdığı gibi artık Batı da eskisi gibi büyük filozoflar yetiştiremiyor, fikir ve felsefeler geliştiremiyor.
Büyük coğrafyamızda bin yıldan fazladır bir düzen inşa etmenin biricik yolu veya kaynağı İslam dini oldu ve İslam hâlâ bu pozisyonunu koruyor. Ancak ve ne yazık ki, bizim İslam diniyle olan bağlarımız da tehlikeli derecede zayıfladı! Bu zayıflama öyle sonuçlara yol açtı ki, İslam’dan da diğer medeniyetlerden de yararlanma ölçülerimiz şaştı, yeteneklerimiz azaldı. Artık bu kaynaklardan hayat çıkaramıyoruz! Gelenekten aldığımızla yetiniyoruz! Tehlike şurada: Dedenizin tesis ettiği bağdan-bahçeden ne kadar meyve yiyebilirsiniz!?
Geçtiğimiz yüzyıl boyunca yapılan denemeler, coğrafyamızda, İslamı hesaba katmadan sürdürülebilir bir düzen kurmanın imkânsız olduğunu ve böyle bir düzenin ancak kan ve gözyaşıyla ayakta kalabileceğini öğretti. Dolayısıyla bu coğrafyada sosyal, kültürel veya siyasi sistemler kurmanın en yakın kaynağının yine İslam olduğunu anlamak zor değil.
Ancak İslamdan insani bir düzen çıkarmak kolay değil, büyük beceriler ve çaba ister. Günümüz Müslümanları İslam’dan çağdaş toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak değerler, ilkeler, normlar, ölçüler çıkaramıyorlar. Onun için insanlığa sundukları “İslam” basit bir formda kalıyor. Bu basit formla gerekli örgütlenme modelleri geliştirilemiyor, gelişmiş hukuk sistemleri tesis edilemiyor, devlet sistemleri inşa edilemiyor. Bu yüzden “Müslümanca” düzenler (İslam devletleri, hükumetleri, ülkeleri) başka düzenlere hizmet eder hale geliyor, hatta onlara yem oluyor!
İslamdan hayat çıkarabilmek bir yana, önemli sayıda Müslüman vakıf, dernek, cemaat, tarikat ve benzeri formlarda öbekleşerek İslam’ı kapandıkları yerlerde rehin almış durumdalar. Özellikle 2000’li yıllar öncesi şekillenmiş yapılar, dinden hayat, muamelat, bilim ve adalet çıkarmak yerine ibadetle içeriye hapsedip, siyasetle dışarıda görünür olmanın yollarını arıyorlar! İnsanlığa ideolojik yollardan teklif ettikleri İslam’da basit formlar dışında bilimler, sanatlar, iktisat, siyaset, sanat, hukuk, sosyal ahlâk ve davranış dizileri ihdas edemiyor, kurumlar geliştiremiyorlar.
Bugünkü Müslümanların insanlığa teklif ettikleri “Müslümanca düzen” tek hücreli, basit bir varlık gibidir! Öyle ki, bu formdaki bir organizma, üreterek ve her devirde kendisini yeniden üreterek değil ancak bölünerek varlığını devam ettirebiliyor. Bu yüzden de kendi içinde çokça paylaşım kavgası üretiyor. Çünkü üretemeyen çoğunlukla bölüşüm peşinde koşar. Böyle organizmalar kendi tabiatıyla tekemmül ederek üst formlara kolay terfi edemez, üstün görevler ifa edemezler. Böyle primitif sistemler gelişmiş hukuk sistemleri bina edemez, bugünün karmaşık toplumu gibi toplumların adalet ihtiyacını karşılayamaz. O yüzden de günümüz dünyasının ihtiyaç duyduğu ve Müslümanlar arasında bolca hamaseti yapılan “O insan”ı yetiştiremiyor, -aralarında kazara yetişeni bile yaşatmıyorlar!
Böyle alt formdaki bir var olma şekli hayatını devam ettirmek için her an zorluklarla yüz yüze gelebilir. Bu sistemler, her zaman kendinden daha gelişmiş formların (kurumların, kültürlerin, devletlerin) ilgisini çeker, iştahını kabartır! Hatta işgallere davetiye çıkarır!
Batılılar bu bölgeye geldiklerinde sadece silah üstünlükleri yoktu. Aynı zamanda teknolojileri, eşyayı anlama ve tabiata “hükmetme” kabiliyetleri gelişmişti. Mesela, yerin altından çıkan – belki de “cehennemden gelen” o “uğursuz siyah katran”ın ne işe yaradığını çok iyi biliyorlardı! Hatta “O”nun için ziyaretimize gelmişlerdi! Doğal bilimler yoluyla eşyanın, psikoloji ve sosyoloji yardımıyla insanın tabiatını bizden iyi biliyorlardı. Bu bilgileriyle kendileri dışındaki toplumları aldatmayı ve maniple etmesini öğrenmişlerdi. Ahlaki değerleri zayıf, dilleri ve mantıkları gelişkin, propaganda teknikleri ileriydi! Onun için en azından yüz yılı aşkın süre ile bu bölgenin insanıyla ve sistemleriyle hemen hiç zorlanmadan oynayabildiler. Onları birbirleriyle çatıştırarak düzenlerini devam ettirdiler. Bütün bunlar sayesinde, bu toplumların içinde, her defasında beyni veya ahlâkı gelişmemiş “cin fikirli” insanları bulmakta zorluk çekmediler.
Bu gerçek karşısında günümüz gençleri ne yapmalıdır?
–Bugünün gençleri, içinde yaşadıkları zamanı, doğal ve sosyal çevrelerini iyi tanıyıp ihtiyaçlarını anlamalıdırlar. Bununla da kalmamalı, bu ihtiyaçları nereden ve hangi değerlerden yola çıkarak karşılamaları gerektiğini de çalışmaları gerekir. Değilse başkalarının yollarını, yöntemlerini, modellerini ve sistemlerini hazır alma kolaycılık ve tuzaklarına düşerler!
-Gençlerin -ilmin insanlığın ortak malı olduğu ilkesine inanarak- başka kültür ve medeniyetlerden yararlanmanın yollarını da bilmeleri gerekir. “Başkalarından alma”nın teknik, teknoloji, yol ve yöntemlerini geliştirmeleri ama ondan önce de halk nezdinde, “başkalarından alma”nın kaygısını ve merakını uyandırmaları gerekir.
-Kültürler, milletler ve medeniyetler arasındaki kavga ne kadar büyük olursa olsun, diğer medeniyetlerin müsbetinden yararlanmayı terk edemeyiz. Hele bunun “İslam adına” yapılması, Peygamberin dediğine aldırmamak, hatta ondan “daha iyisini” bildiğini iddia etmek olur! Zira Hz. Peygamber, “İlim, nerede olursa alın” ilkesini bir değer olarak ortaya koyarken -Müslümanın bilinen seçiciliği bir yana- hiçbir ön şart koşmamıştır. Bu evrensel bir ilkedir ve onda hayat vardır. Çeşitli sebepler bulup bu kuralı yok sayanlar, milletlere iyilik yapmaz, onların hayat damarlarını kurutur, gelişmelerine engel olur ve toplumlarını başkalarına yem yaparlar!
RESİMLER VE TASARIMLAR
-Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN’a teşekkür ederiz.
– Öne çıkarılmış görsel: http://ww2.valdosta.edu/~ckbeck/ebook.html (Thank you)
-Değerler afişi: http://www.esentepe.k12.tr/degerler-egitimi-141s.htm (Teşekkür ederiz)
-Dinler yönlendirme: http://www.allahsword.com/free_islamic_books_comparative_religion.html (Thank you)
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)