Hemen herkes erdemli bir toplumda yaşamak ister. Ne var ki bir toplumun iyilik derecesi üyelerinin iyiliği kadardır. Zira bireyin iyilik veya kötülüğüyle toplumun iyi veya kötü olması arasında büyük bir bağ ve sürekli bir geçişme vardır. Çünkü her insan toplumsal yapıdan kendisine tahsis edilen bir yeri işgal eder ve insanın yapıp ettikleri toplumsal dokuya bir şey ekler veya çıkarır. Zaten kötülükte ileri gittiğinde yaptırıma tabi tutulur, doğuştan getirdiği ve toplumun da tanıdığı hakları kısıtlanır. Bu bakımdan birey, yaptıklarıyla toplumda iyiliğin artmasına ve güçlenmesine sebep olduğu gibi, aynı zamanda kötülüklerin topluma giriş kapısı veya kötülük virüslerinin de taşıyıcısıdır. Onun için birey olarak sakınmak kadar toplumun bir üyesi olarak kötülüklere sebep olmamak için bu hastalıkları ve onlara yol açan virüsleri bilmek, tanımak gerekir.
Psikolojik ve sosyal bozukluklar insanın bedeni yerine, kalbine ve aklına girer, inançlarına siner, davranışları ve alışkanlıklarıyla dışarı çıkıp yaşama ve yayılma yollarını ararlar. Bu istekler ve tutkular yayılma eğilimi taşır. Tabir yerinde ise, insan bu tutkulara karşı aşılanmaz veya zamanında teşhis edilerek tedavi edilmezse her tarafa yayılabilir. Bunları bilmek şarttır çünkü toplumun tıbbi sağlığı gibi sosyal sağlığı da tesadüflere bırakılamaz. İnsanın kendi sağlığını koruması ve kendisinde olan bir hastalığı başkalarına bulaştırması nasıl sakıncalıysa, burada durum daha önemlidir. Çünkü tıbbi rahatsızlıklar ilaç veya başka önlemlerle geçebileceği halde sosyo-psiko-patolojik haller bir ilaç kullanmak kadar tedbirle insandan veya toplumdan çıkıp gitmez:
-Toplumda çok çeşitli hastalıkların gelişmesine sebep olan hususlardan biri ihtiyaçlardır. İhtiyaçların gereğinden az bilinmesi toplumun gelişmesini geciktirebileceği gibi gereğinden fazla çoğaltılması da bozulmaya yol açar. Çünkü insanlar çoğaltılmış olan bu ihtiyaçları karşılamak için daha çok kazanmak zorunda bırakılır, kazancını sürekli arttırma isteğiyle hak, hukuk, helal ve meşru olma gibi toplumu erdemli yapan değerler giderek ötelenir, değerinden düşürülür. İnsanlar arasında uzun zamana yayılan ve yoldan çıkaran bir yarış durumu başlar.
-Sosyal dokunun zedelenmesine, en azından olgunlaşmasına engel olan hallerden biri de fakirlik korkusudur: Fakirlik korkusuyla birey üzerinden topluma cimrilik, hırs, tamahkârlık, uzun süreli emeller, mal ve para düşkünlüğü ve gelecek korkusu gibi rahatsızlıklar girer. Bu korkular, korkuyu taşıyanları tedirgin ederek bir şeytan gibi insan ilişkilerini bozar, yardımlaşmayı engeller ve toplumsal dokunun oluşumunu sekteye uğratır. Fakirlik korkusuna esir olanlar, fakirlerin insanlar üzerinde haklarını unutur, kendi korkularını öne geçirirler. Fakirlik korkusu insanı, sadece toplayan ve yığan ama kendi dışına nem bile sızdırmayan küplere dönüştürür ve toplumun diğer kesimlerini sağılacak bir süt nesnesi olarak gösterir. Bu bakımdan fakirlik korkusu, bazen toplum açısından fakirliğin kendisinden fazla korkulur hale gelir. Kimi zenginlerin fakirlerden daha çok varlık kavgaları yapmalarının bir sebebi bu korkudur.
-Kötülüklerin türediği ortamlarından biri de faize dayalı ekonomik ilişkilerdir. Bu tür ekonomilerin sosyal alana yansıması oldukça fazla ve tahrip edicidir. Zira faize dayalı ekonomik ilişkiler insanlar arasındaki bağları giderek zedelemekte, çok yerde karanlık iş ve ilişkilere dönüşmekte, mafyalar bile doğurabilmektedir. Bugün ise büyüklüğü ve gücü ölçülemeyen, ülkeleri, hatta kimi durumda dünyayı saran devasa banka ağlarına dönüşmüştür.
İşin dini inanç tarafı bir yana; faizle borçlanmak, hiç bir insanın normal hayatında yapmayacağı bir işi, onu dar bir boğazda kıstırarak o işi yaptırmak gibidir. Bu bakımdan faize dayalı işleri uygar olanlar yapar, medeniler bundan kaçınır. Faiz ilişkisi içinde olanlar arasında sevgi, şefkat, merhamet ve başkalarını kendisi yerine koymak gibi değerler ve o insanların duyguları her işlemle birlikte biraz daha körelir, ilişkilerin insani tarafı törpülenir. Kendisinden trilyonla ifade edilecek miktarda faizle para aldığı bir hastayı, bir şişe kolonya ile ziyarete giden büyük bir iş adamına, “neden yalnızca bir şişe kolonya?” diye sorulduğunda, iş adamının verdiği cevap manidardır: Ona bu yeter!
Bu iş bugün ikili ilişkileri aşıp kurumsal hale geldiğinden fazla göze batmıyor, hatta kimilerine zararsız bile görünebiliyor. Hâlbuki işin ölçeği büyümüş olmakla tehlikesi de o oranda artmış ve bireyleri aşarak toplumları tehdit eder duruma gelmiştir. Çünkü bu oluşumlar, insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaları, yardımlaşma ve insana “ancak çalıştığının karşılığının olması” gibi değerleri yok etmiş, hükumetleri ve milletlerin ekonomilerini bile tehdit eder hale gelmiştir. Çünkü bu sisteme dayalı bir ekonomide kim hükmet ederse etsin toplumlar sonunda sermayenin kontrolüne girmektedir.
Toplumu yukarıda saydığımız istenmeyen hallerden korumak için basit bazı öneriler:
- İnsanların gerçek ihtiyaçlarının kararında tutulması, ihtiyaçların tanımlanmasının dünya düşkünlerine, mala ve paraya tapınanlara bırakılmaması gerekir. Değilse toplum çok çeşitli mal ve hizmet üreten insafsız insanların elinde oyuncak durumuna düşer.
- Fakirlik korkusu beşeri bir kuruntu, bir hezeyandır. Bunu yenmek için çalışma, rızık, şükür, teşekkür, kanaat, paylaşma, işbirliği yapma, tevekkül etme, verme, birinin ihtiyacını karşılama, boş durmama ve boş işlerle uğraşmama gibi değerler arasında denge kurulmalıdır.
- İnsanlar birbirlerine borç verebilmeli, hatta bunu yardımlaşma sandıkları, vakıflar, dernekler ve kulüpler üzerinden sürdürülebilir ve kurumsal hale getirmelidir. 1970-1990’larda işyerlerinde, çalışanların bu tür ihtiyaçlarını karşılayan yardımlaşma sandıkları vardı. Her nasılsa bunlar geliştirilip sürdürülemedi.
- Toplumda yoksullara ait olan hakların verilmesinin çağdaş kültürünün inşa edilmesi, bunun için gerekli kurumların inşa edilmeleri ve bunun sistemleştirilmesi için çalışmak gerekir. Bu konuda toplumumuzda olumlu çalışmalar olduğunu inkâr edemeyiz! Bu uğurda bütün çalışan ve gayret gösterenlere müteşekkiriz.
- Bir insan için “iyi olmak” pasif bir değer olarak kalmamalı, toplumsal yapıda olup bitenlere karşı duyarlı ve etkileşim içinde olunmalıdır. Zira bir toplumda kötülük üreyip yayılmaya başladığı zaman insanlar arasında bir ayırım gözetilmez, bundan seyirci kalanlar ve masum olanlar da zarar görürler.
Resim ve tasarımlar
-Tasarımlar: Gülizar Nur AYDIN – Teşekkür ederiz
-Metrik sistem resimleri: http://www.sail420.com/?page=4 ‘e teşekkür ederiz
-http://live.reuters.com/Event/Watch_This?Page=0 ‘e teşekkür ederiz
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)