Adalet, toplum halinde var olmanın en önemli vasfıdır. Toplumsal yapının orta direğidir. Adaletin tecelli etmediği toplumlar en azından eksik toplumlardır veya risk altında bulunan toplumlardır.
Yönetenler adaletin bütün şartlarını sağlayıp uygulamakla, icra edenler de uygulamalarda müdahil olmakla yükümlüdür. İki kesimin de adil olmaları bir ihtiyaçtır. Ancak adalet, bir azınlığın görevi değildir. Birileri adalet işiyle görevli olunca ötekilerin üzerinden kalkacak bir borç değildir. Adaletin tecelli edebilmesi için tolumun katılımı gerekir. O yüzden toplumun da adaletin yerine gelmesinde sorumluluğu vardır.
Toplum adalet talep etmekle mükelleftir, adalet istemek ve aramakla sorumludur. Adaletin yerine gelebilmesi için ayrıca şahitlik yapmalı ve hakem olma rolünü oynamalıdır. Bu şekilde adaletin içinde sivil bir el bulunmuş olur. Kurumlaşmış ve devletleştirilmiş adaletin içinde muhtemel aksamalardan en çok etkilenen bir sivil elin varlığı adalet mekanizmalarındaki eksiği tamamlar. (Kurumların önemi için lütfen bakınız: Kurumlarla Hayat Bulmak)
Adalet olmayan bir topluma fitne girer, toplumun huzuru bozulur, belki sonunda bölünür. Çünkü insanlar ilanihaye (sonuna kadar) adaletsizlik üzerinde ittifak etmezler. Adaletsiz bir toplum sonunda zayıf düşer, belki başka toplumlar tarafından ortadan kaldırılır!
Bir toplumda birileri zulüm görüyor, haksızlığa uğruyor, ötekiler de ses çıkarmıyorsa bu ciddi bir sorundur. O toplumun kargaşaya sürüklenmesine, huzursuzlukların içine yuvarlanmasına, bölünmesine hatta hayatının son bulmasına bile sebep olabilir. Bunun için “Adalet mülkün temelidir.” Yani devletin ve toplumun devam etmesinin şartıdır. Bunun için İslam âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri sosyolojik bir kanun vardır:
Bir düzen küfürle devam edebilir ama zulümle devam edemez.
Zulüm bir hâldir ve adaletsizlikten doğar. Uzun süren adaletsizlik zulme dönüşür. Bu bakımdan faziletli (erdemli), sağlıklı, huzurlu ve uzun ömürlü hatta güçlü bir toplum hayali olan her insanın toplumun bir üyesi olarak adaletin tesis edilmesi, işlemesi ve devamı konusunda her an üzerine düşeni yapması gerekir. “Her an,” diyoruz çünkü adalet, cenaze namazı kılmak gibi bir seferlik yahut birileri yapınca ötekilerin üzerinden düşen bir borç değildir. Su içmek ve yemek yemek gibi, temizlik ve namaz gibi her an hayatımızda olması gereken nitelikli bir görevdir. Filan mahalleye girenin ölebileceği yahut bir kadının X şehri ile Y şehri arasında tek başına seyahatinde veya belli bir saatten sonra sokakta tecavüze uğrayabileceği meşru sayılamaz.
Bir haksızlıkla karşılaşan, o haksızlığın üzerinden atlayıp geçip gidemez, haksızlığı dolanıp sıvışamaz.
Haksızlığın olmadığı toplum yoktur. Sağlıklı toplum haksızlığın giderilmesinin yollarını keşfeden, hayata geçiren ve yaşatan toplumdur. Bu bakımdan her birey anlaşmazlıklarda insanların aralarını bulmak, haksızlığa uğrayanı korumak ve hak arandığında şahitlik etmekle mükelleftir. Bu sorumluluk hem haksızlığa uğrayana hem topluma hem de Allah’a karşı bir vazifedir. İslam’ın sorumluluk doktrininden kaynaklanır, devredilemez ve önceliklerin arka sıralarına itilemez.
Türkiye’de dindarlar ideal toplum özlemlerinde gerekli olan adalet arayışında menkıbelerden öteye gidemediler. Sonunda adalet ihtiyacını sözümona devlete devredip unuttular. Türkiye’de adaleti, hakkı, hukuku, -haklı veya haksız, doğru veya yanlış olarak- hep dindarların dışındakiler savundular. Hâlbuki adalet istemek, adil olmak ve adaleti sağlamak veya tecelli etmesini desteklemek İslamcıların dillerinden düşürmedikleri takvanın ayrılmaz bir parçasıdır.
“Siz ey imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetmeye azmedin. O kişi zengin de olsa fakir de olsa, Allah’ın hakkı onların her birinin (hakkının) önüne geçer. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Çünkü eğer (hakikati) çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır”[i]
“Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”[ii]
[i] Esed-Nisâ Suresi: 4/135 (Muhammed Esed Meâli)
[ii] Maide Suresi: 5/8 (Suat YILDIRIM Meâli)
Resim: https://www.gelisimveinsan.com/wp-content/uploads/2015/10/%C3%87i%C3%A7ek_Tarlas%C4%B1_@pure_p4.jpg
Leave a Reply
Your email address will not be published. Required fields are marked (required)