Toplum, herhalde insanlığın üzerinde en fazla düşünüp durduğu meselelerden biridir. Her felsefenin, dinin veya ideolojinin ulaşmak istediği ideal bir toplumu vardır.
Dünyanın üçte birini bünyesinde bulunduran İslam medeniyetinin de bir ideal toplumu vardır. Bu modelde toplum, üyelerinin birbirleriyle olan ilgileri ve ilişkileri üzerinden tanımlanır. Burada ideal toplum, “bir vücudun azaları(organları)’ nın bir arada uyum içinde çalışmalarına benzetilir. [[i]]
Bugünün Müslümanları bu modeli inşa edilmesi gereken bir ideal yerine sanki “ol!” deyince oluverecek ve ellerini uzattıklarında ulaşılacak gibi zannediyorlar! Dahası, diyelim ki, böyle bir toplum İslam’ın değerleri ve enerjisiyle elde edildiği halde İslamdan çok, başka erkleri ellerinde tutanların işine yarıyor. Onun için bu ideal, bir taraftan gereği yerine getirilmediği, diğer taraftan da istismar edildiği için giderek yozlaşıyor ve insanları etkileme gücünü yitiriyor.
Bir ideal nasıl düzen haline gelir?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; bir vücut haline gelebilmek o vücudun azalarına (insana, unsurlara) toplumda gerekli olan yerin ve değerin verilmesiyle başlar. Ne var ki, kendi amacına değil belli bir kesimin hayallerine hizmet ettirildiği durumlarda ise “tek vücut olma” ideali hayal haline dönüşür. O zaman da toplum ayrışma ve dağılma sürecine girer!
Allah’ın emirlerini, (ayet ve hadisleri) tekrar ederek insanlardan böyle bir toplumun üyeleri olmalarını ve bu yolla ideal toplumun vücuda gelmesini beklemek kendimizi kandırmak olur. Zira bu idealin ete-kemiğe bürünebilmesi için emirleri yukarıdan aşağıya iletmek, birbirimize buyurmak değil, öncelikle isteyen ve söyleyenlerin kendilerinin yapmaları gerekir. İnsanlara şuursuzca telkin yerine, herkesin bilinçli bir şekilde, her gün bir tuğla koyması gereken bir düzen inşa edilmesi gerekir.
Bir vücut, azalardan (organlardan) meydana gelir. Azalarından biri veya birden fazlasıyla oynanmış bir vücudun sağlığından veya organların uyumundan emin olunamaz. Bireylerin veya toplumun bir kısmının yahut genelinin fıtratıyla oynanmış, bir bölümü veya tamamı “yeniden yaratma” fesat ve faaliyetine maruz kalmış bir toplumun tek vücut olmasından emin olunamaz. Ta ki toplum, bu maceralardan aldığı yaraları sarana ve kendini asli kimliğiyle yenileyene kadar.
Bugün ihtiyacımız olan böyle bir toplumun inşa edilebilmesi için, onun üyelerinin temel değerlerimizi akılda tutarak, günlük hayatlarını sürdürürken bu düzeni de faaliyetleriyle birlikte inşa ediyor olmaları gerekir:
-İçinde bulunduğumuz iklimde, insanın canı, aklı, nesli, malı ve ırzı emniyet altına alınmalı ve gelişmesi için fırsat verilmelidir.
-Bunun için insanın ruh, beden, akıl ve zihin sağlığı, ırzı-izzeti (onuru), akli faaliyetleri (düşünme, inanma ve yaşama özgürlükleri) korunmalı ve geliştirilmesi için imkânlar hazırlanmalıdır. Akla sadece tasdik için değil, öncelikle sorgulama özgürlüğü tanınmalıdır.
-Toplumu oluşturan organlar (bireyler, dinler, diller, kültürler, mezhepler, meşrepler ve renkler) yaratıldıkları ve bize geldikleri şekilde tanınmalı, korunmalı ve kendilerini geliştirme fırsatı verilmelidir. Çünkü bu yolla korunacak olan toplumun fıtratı asli dokusudur. Toplumun organı, azası, üyesi olmak ancak böyle mümkündür. Değilse toplum bir arada kalsa bile, organlar sistemi yerine bir et yığınına dönüşür.
-İnsanların birbirlerine duydukları sevgi, saygı, şefkat, merhamet, acıma ve duyarlıklar erdemli ve sağlıklı bir toplumu kuracak ve koruyacak yatay bağları geliştirir; hiyerarşik bağlılıklara muhtaç ve mahkûm olmaktan kurtarırlar. Böyle bir toplumda haksızlık, zulüm ve diktatörlüklerin hayat bulması da zorlaşır. Suç oranı yüksek olan toplumlarda jandarma ve polis daha çok revaçta olur. Erdemli toplumlarda ise polisten önce insanlar birbirlerinin haklarını ve hukuklarını gözetirler. Bu bir gelişmişlik alametidir.
-Toplumsal duyarlığın gelişmesini önleyen gıybet, haset, kibir, üstünlük duygusu, ırkçılık, bölgecilik, cinsiyetçilik gibi hasletler geriletilmeli, onların yerine müsbet değerler konulmalı ve beslenmelidir.
-Değerlerine, inançlarına, fikirlerine saygı duyulan ve hakları tanınan bireyler ve kesimler de diğer bireylere ve kesimlere saygı duymalı ve haklarını korumalıdır. Herhangi bir şekilde onların aleyhinde bulunmamalıdır. Kendileri dışındakilerle alay etmemeli, onları küçük görmemeli, haklarını görmezlikten, şikayetlerini duymazlıktan gelmemelidir.
RESİMLER
Resim: Sosyal gruplar: http://www.hatayinstari.net/genel-yazilar/sosyal-gruplara-ornekler.html
Resim: İletişim: http://kisiselbasari.com/otekilestirme-psikolojisi-nedir.html
Resim: Değerler etrafında: ahmetsirin.net
Resim: İletişim: www.sosyamobilite.com
[i] “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
3 Comments
Rabia Gümüş
26 Şubat 2016 - 10:26Böyle bir toplum ancak kalpleri birbirine ısındırılmış bireylerden oluşur. Kalpler fıtrî (yaratılış) olarak kendilerine iyilik yapanlara meyleder, kötülük edenlerden soğur.
Kalpleri birbirinden soğutan hallerin başlıcaları:
– Yalan, gıybet, iftira, söz gezdirme, ayıplama, kötü lakaplar takma, yalancı şahitlik yapma gibi dilin afetleri
– Kişilere ve eşyalarına/mallarına zarar verme, haksızlık etme gibi elin afetleri
– Çekememezlik, kin, haset, kibir, bencillik gibi nefsî hastalıklar
– Sıla-i rahîmi (evi ve akrabayı) ziyaret etmeyi terk etme
– Yoksulların, ihtiyaç sahiplerinin gözetilmemesi
– Hizipleşmeler.
Yukarıda sayılan maddeler bilinmeyen şeyler değil elbette. Fakat sorun değerlerimizin öylece kitaplarda, duvarlarda, belki de 7/24 gözümüzün önünde duruyor olmalarıdır. Alınıp evde bekleyen fakat yerleştirilmeyen/monte edilmeyen/ kurulmayan eşyalar konumunda kalmalarıdır. Bugün içinde bulunulan durum; yaşadıkları zamanı ihya etme kaygısı taşımamaktan ibarettir. Bu; doğal olarak, malları olup da yoksullar gibi yaşayan cimriler misali kendilerine bir fayda sağlamayacaktır.
Ayet ve hadisler arapça oldukları için bunların sadece lafızlarının okunmasının bir ibadet olarak telakki edilmesi de onlardan faydalanıp kendileriyle amel edilmesine mani olan durumlardandır. Burada problem anlama ve yaşama gayreti olmadan okunması. Allahın ayetlerini kör ve sağır gibi kutsayıp muhtevasına gafil kalmanın sonucu da İslamdan uzaklaşmak oluyor. Bu kör toplumların oluşmasına sebep oluyor ve bir türlü herkesin arzu ettiği toplum düzeni kurulamıyor.
Ayrıca birçok sorunun çözümünün İslam olduğunu söyleyen kimselerle de karşılaşmışızdır. Ama bu çözümün yönteminin, yolunun ne olduğunu konuşma konusu yapmadan bunu söyleyip herşeyi halletmiş edası ile konuyu bitirivermek de bugün içinde bulunduğumuz çözümsüzlüklerden biri olarak önümüzde duruyor.
Talat YASAK
24 Şubat 2016 - 21:00Herkes ikili sohbetlerde ayet hadis okur muhabbet edilir. Tatlı bir ortamda çaylar içilir ve gün akşam edilir. Herkes evine, “görevini yapmış” ve mutlu bir şekilde gider. Buraya kadar güzel ve ama herkes okuduğu ayet ve hadisleri karşıdakine okur gibi konuşur. Yani “bunlar bende zaten var, sen bunlara dikkat et” edasıyla okuyup, kimse dönüp kendine bakmazsa, İslami bilgiler bir genel kültür olmaktan öteye gitmezse, o toplumda bir eksiklik var demektir. Allah’ın emirlerini kendimize indirgemekten başlayıp, çevremizi de ona göre inşa edersek o zaman sözümüz hem samimi, hemde etkili olur. Ahlak istiyorsan ahlaklı ol, adalet istiyorsan adalet için çalış.
İslamı bilmek başkadır bildiğini zannetmek başkadır.İslamı bilmek başkadır, iman etmek başkadır.İslamı bilmek başkadır özümseyip içselleştirmek ve dünyasını ona göre başından sonuna kadar inşa etmek çok daha başkadır.
Söylediklerimizi bildiklerimizi hayatımıza geçirdiğimiz, bireysel ve sosyal hayatımızı ona göre düzenlediğimiz gün için de yaşadığımız toplum da erdemli bir toplum olacaktır. Teşekkür ederiz.
Talat YASAK
25 Şubat 2016 - 18:53Yazdığım yazıyı okuyunca çok eksiklikler olduğunu düşündüm. Erdemli toplum olmak erdemli birey olmaktan başlar.Toplumlar kendi değerleriyle inşa olur. Yani her toplum kendi değerleriyle oluşur ve olgunlaşır. Daha sonra çeşitli sebeplerle değişikliğe uğramış olabilirler.
Gelişen teknoloji, artan nüfus ve toplumların iç içe geçmesiyle kültürel karışımlardan etkilenerek yaşam ve düşünce DNA sı değiştirilmiş bir toplum olmamak için her gün kendimizi kontrol etmemiz ve eksiklerimiz görmemiz gerekir. Çok kültürlülük zenginlik olmakla beraber bazen kendi değerlerinden uzaklaşma sebebi de olabiliyor. Yurt dışında doğmuş ve büyümüş artık kendi ülkesiyle ilgisi kalmamış hatta kendi dilini bilmeyen nesiller gibi.
Ancak kendi değerlerine sahip çıkarken diğerlerinin değerlerine saygılı olup onlarla güzel iletişim kurmak da güzel ve erdemliler toplumunu oluşturmakta çok önemli şarttır. Birbirini anlamadan karşılıklı saygı olmadan da erdemliler toplumu tek taraflı kurulamaz. Rabbimizin istediği gibi biri olduğumuzda zaten toplum düzelmiş olacaktır. Çünkü O’nun insandan en fazla istediği şey, her birimizin yalnız kendimizi değil başkalarını da düşünmemizdir.
TEKRAR YAZIYIYORUM İslamı bilmek başkadır bildiğini zannetmek başkadır. İslamı bilmek başkadır iman etmek başkadır. İslamı bilmek başkadır içselleştirip hayatımıza indirgemek, uygulamak ve Rabbimizin istediği gibi biri olmak daha başkadır. Eğer öyle olmasaydı ey iman edenler sözüyle başlayan 89 ayet olmazdı.